Gel artık gel Ey Ramazan O KUTLU HAZİNELERİNLE

Abone Ol

İslâm’ın ilk yıllarında Müslümanlar’ın ne kadar açlık ve yokluk çektiklerini hepimiz bilmekteyiz. Zîra o yıllarda az bir Müslüman hariç, diğerleri genelde fakir kimselerdi. Pek çoğu da ya köle, ya da yeni kölelikten kurtulmuşlardı.

Mekke’den Medîne’ye hicret eden mü’minlerden zengin olanlar vardı ama onlar da, mallarını orada bırakarak gelmişler ve böylelikle fakirleşmişlerdi. Kâinatın Efendisi (s.a.v.) Efendimiz bir Mekkeli muhacirle, Medîneli bir Ensar’ı kardeş yapmıştı. Bu sebeple de dillere destan olacak şekilde muhteşem kardeşlikler ve çok büyük fedakârlıklar ortaya çıkmıştı.

O güzel insanlara hayret etmemek mümkün müdür? Onlar kendilerine yetecek kadar bir yiyeceği bir misafire ikram etmekten kaçınmazlar ve kendilerinin aç kalmasına razı olurlardı. Bu, cömertlik yapmaktan öte, kardeşlerinin nefislerini kendi nefislerine tercih ettikleri için bir başka değerdi. Buna îsar denirdi. Bunun pek çok örnekleri vardır. Gerçekten hayran olmamak mümkün değildir. İşte bunlardan birisini aktaracağız.

Hz. Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: “Bir adam Rasûlullah’a (s.a.v.) gelerek:

“Ben açlıktan bitkinim!” dedi. Rasûlullah (s.a.v.) derhal hanımlarından birine (adam) (gönderip yiyecek istedi. Ama eşi):

“Seni hak ile gönderen Zât-ı Zülcelâl’a yemin olsun yanımızda sudan başka bir şey yok” diye cevap verdi. Rasûlullah (s.a.v.) bunun üzerine diğer bir hanımına gönderdi. O da aynı şeyi söyledi. Rasûlullah (a.s.) sonunda:

“Bu (bitkin) açı kim misafir edip (doyurursa) Allah ona rahmet edecektir!” buyurdu. Ensardan Ebû Talha (r.a.) denen birisi kalkıp: “Ey Allah’ın Rasûlü! Ben misafir edeceğim!” dedi ve onu evine götürdü. Evde hanımına:

“Hanemizde (misafir için) yiyecek bir şey var mı?” diye sordu. Hanım: “Hayır, sadece çocukların yiyeceği var!” dedi. Bunun üzerine hanımına:

“Sen onları bir şeylerle avut, sonra da uyut. Misafirimiz girince, ona sanki yiyormuşuz gibi görünelim. Yemek için elini tabağa uzatınca lâmbayı düzeltmek üzere kalk ve onu söndür!” diye tembihatta bulundu. Kadın söylenenleri yaptı. Beraberce oturdular. Misafir yedi. Karı-koca (ve çocuklar) geceyi aç geçirdiler. Sabah olunca Rasûlullah’a (a.s.) geldiler. Rasûlullah (s.a.v.) Ebû Talha’ya:

“Dün gece misafirinize olan davranışınız sebebiyle Allah Teâlâ Hazretleri taaccüp etti (ve güldü)!” buyurdu ve şu âyet-i kerîme nâzil oldu dedi: “…Ve kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, onları kendi nefislerine tercih ederler” (59 Haşr: 9; Buharî, Menâkıbu’l-Ensâr: 10.)

Ne kadar büyük bir fedâkârlık değil mi? Bolluk içindeyken yüz kişiyi doyurmak bundan daha hayırlı değildir. Zîra o insan onları doyururken, kendisini ve çocuklarını da doyurabilmektedir. Ya bu insanlar! Sadece kendilerine zar-zor yetecek bir rızkı, aç kalmak pahasına kardeşlerine ikram edebiliyorlar. Bunu şimdi hangimiz yapabiliriz ki?

***

Mübarek Ramazan ayı münâsebetiyle mü’minlerin ne kadar coştuğuna şahit olmaktayız. Gerçekten Ramazan bambaşka. O, ayların sultanı olduğunu her haliyle belli ediyor. Zira inanan insanlar onda tuttuğu oruçla açların, yoksulların, muzdarîb olanların halini anlıyor ve önemli ölçüde cömertlik örnekleri veriyor. Bu durum ise, Allah’ın Dininin eşsizliğini bir kez daha ortaya koyuyor. Böylesine haller bizi eskilere ama hiç eskimeyecek şekilde, cömertliğin de ötesinde yaşanmış hadiselere götürüyor. Allah (c.c) onlardan razı olsun.

Ramazan bu yönüyle kardeşliğin de en güzel örneklerini sunar bize. Aynı zamanda zenginlerle fakirlerin bir arada olmasına vesile olur zaman zaman. Bunlar güzel şeyler gerçekten.

Heyecandır Ramazan!

Ramazan, aynı zamanda, dünya Müslümanlarına el uzatmanın da en yüksek derecelerini ihtiva eder. Özellikle memleketimizde bu heyecanı çok fazla görürüz. İşte kardeşliğin doruk noktaya ulaştığı mübarek ay.

O gelince güller açar mü’minlerde adeta…

Gidince de hüzün bırakır ardında onlarca…

Sonra da hasretle bekletir aylarca…

Dillere dökülür daha sonra;

Der ki şairler:

Bekliyoruz seni Ey Ramazan,

Yüreğimizde sakladığımız sevgiyle,

Sen ki, sevinç olursun bizlere,

Devâ olursun dertli gönüllere…

Çiçek açtırırsın yüzlere,

Tebessüm ettirirsin gamzelerle…

Seni bekleriz Ey Ramazan,

Baktırma semalara gel hele…

Sevinçle dolsun insanlar, çocuklar,

Taşsın camiler Teravihlerle…

Kaplasın gökyüzünü haleler,

Çevirsin etrafını hilâller…

Ey Ramazan! Sahurun ayrı bir tat,

İftarların ise heyecan katar kat kat…

Bir kervansın sen, hazinelerin var,

Asrın rezaletine nice çarelerin var…

***

Onu anlamak, yaşamaktan geçer. Açları hatırlamaktan geçer. Ümmetin ıstırabını görmekten geçer.

Âh insanlık (!) âh!

Anlamak ne mümkün seni!

Elde ettiğin imkân ve varlığı, nasıl da mahvetmekte kullanıyorsun insanlığı… Elinde kalacağını mı sanırsın hep bunların? Yazık sana çok yazık! Acısını çekeceksin aldığın “âh”ların!

Allah’ın senin için gönderdiği din-i Mübin-i İslâm’ı yaşamak dururken, gaflet ve dalaletle heder ediyorsun ömrünü…

***

Evet. Rabbimizin bize verdiği bu güzel nimeti bir kez daha düşünüyoruz bu münasebetle… Ve gözlerimiz semalarda, onu bekliyor, onu gözlüyoruz bin bir hasretle…

Gel artık gel Ey Ramazan, o kutlu hazinelerinle…

Haydi, bekletme bizi…