Onlar öldüklerinde tarihi de yanlarında götürdüler…
Emir Fuad
İnsanlar gözlerini kapadıkları anda hangi zamanı tahayyül ederler bilemem ama ben hep dört asır evveline uçururum gözlerimi. Anımı mazi eder, tarihi güne düşürürüm. Uyumadan rüyaya girmek gibidir bu, zaman kaybolur, mekân kaybolur ve alnımda taze bir İstanbul kokusuyla gözbebeklerime nakşedilmiş sureti izlerim. Benim rüyalarım hep eski bir İstanbul sokağında açar gözlerini. Kimileri başka şehirlerle düşlerini avutabilirler ama ben mazi deyince o vakitleri hatırlarım. Kefenlerine vefayı, aşkı, nezaketi sarıp da gittikleri yere götüren o vaktin insanlarıyla düşlerde dahi hasbihal edebilmek için kaparım gözlerimi; uyurum, uyanırım.
Asırlar evveline götürüyor beni ismini bilmediğim melekler; İstanbul hala nazlıdır o vakitler. Yüzünde hicabını gösteren örtüler henüz düşmemiş, düşürülmemiş, kara gözlerine yaban nazar değmemiştir. Alnındaki ak yazıya kara kalemle lisanına âdemoğlundan bir kulun dahi mana veremeyeceği o nursuz harfler yazılmamıştır. “Harflerin de nuru mu olur ki?” demesin kimse! Zira evvela kelam vardı ve nur ile yazılmıştı. İşte böyle bir ilkbahar sabahı İstanbul’da açılır gözlerim. Evvela sokaklarını tavaf eder hasret ile izlerim o anı.
Minarelerinde bir ezan bitmeden bir diğerini okumaya başlamayacak kadar nezaket sahibi müezzinler kayıttan ezanı bilmezler o vakitler. İstanbul da henüz ezansız kâbuslara açmamıştır gözlerini. Ayasofya’nın kapılarından bir sel gibi akar insanlar bir Cuma öğlesinde. Ve İstanbul hala gerçek bayramların arifesinde… Ayasofya işkencelere tutturulmamıştır daha. İnsanlar birbirlerine latif sözlerle hitap ederler, edeb ile yürür edeb ile gezerler. Kadınlar ar kelamını yürüdükçe gezdirir, erkekler yusufleyin bir iffeti bilirler. Hanelerin kapısında iki tokmak; biri hatun kişi, yekdiğeri er kişi için. Kahvehanelere “Kıraathane” yani ki okuma evi dedirtecek kadar lisanı bilirler. İnsanların eline kara sinekli kâğıtlar tutturulmamıştır daha. Bütün ahali kitabın kıymetini bilir, gençlere sahafların yolu unutturulmamıştır daha.
Şehir o vakitler kelimenin bütün manalarıyla tecessüm eder bu topraklarda. Demem o ki “Diyar-ı Küfrü gezdim, beldeler, kâşaneler gördüm/Dolaştım Mülk-i İslam’ı, bütün viraneler gördüm” diyen şaire muhalefet, ben şehrin ne demek olduğunu ve şehirlinin yahut daha bariz ifadeyle “medeni”nin asıl o “Mülk-i İslam”da yaşadığını söylemek için düşürdüm sadırdakini satıra. Şehirlilik midir kaybolan, sırlanan, unutulan yoksa “Mülk-i İslam” olmak mı?
Ne de güzel demiş şair:
Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer
Bir an acı duyar insan, sevmişse biraz eğer
Anlar ki geçenlerin rüyaymış hepsi meğer
Rüya olsa bile o günlerin hayali cihan değer
Mazi hatra gelir; uyur, uyanırım…