Spotlight bu hafta merak ederek izlediğim bir film oldu. Tam da tahmin ettiğim gibi iyi bir hikayesi ve iyi bir senaryosu vardı filmin. Ve fakat Spotlight neredeyse hiç yükselemeyen oyunculuklar ve yönetmenlik nedeniyle çok daha iyi bir yerde olabilme şansını yitirmiş.
Gerçek bir hikayeden uyarlanan Spotlight, taciz olayıyla gündeme gelen bir kiliseyi ve bu tacizi aydınlatmaya çalışan Boston Globe gazetesi yazarlarını konu alıyor.
Boston Globe gazetesinin ‘Spotlight’ diye bir bölümü var. Bu bölümün 4 kişilik ekibi bazen yılda sadece 1 haber yapıyor ama o haber ile gündemi ele geçirmeyi başarıyor.
Katolik Kilisesi’nde yaşanan taciz olayları “aman bunları çok konuşmayalım yoksa kilisemizin itibarı sarsılır” diyerek hasır altı edilir. Boston Globe gazetesine yeni atanan genel yayın yönetmeni Marty Baron 2001 yazında Globe’un başına geçmek üzere Miami’den gelir. Spotlight ekibinin üzerinde çalıştıkları gündemleri dinleyen Marty Baron nihayetinde bu taciz olaylarının üzerine gidilmesini ister.
Spotlight editörü Walter “Robby” Robinson, muhabirler Sacha Pfeiffer (Rachel McAdams) ve Michael Rezendes ve araştırmacı Matt Carroll’dan oluşan ekip dava ile ilgili eski defterleri karıştırmaya başlar. Ve hiç beklemedikleri ‘derin’ bilgilere ulaşırlar.
Gazetecilik mesleğinin en güzel yanlarından birisi ‘gerçeği ortaya çıkartma’ arzusudur. Gerçi ülkemizdeki gazete(ci)lerde bu arzu neredeyse yok denilecek kadar az. Bizimkiler genelde çok okunacak, çok tıklanacak “çok çok”lu haberler yapmayı yeğliyorlar.
Spotlight filmindeki gibi gerçeklerin peşinden giden bir gazetecilik örneği ülkemizde neredeyse yok diyebiliriz. Haber dilleri, habere yaklaşımları bile problemli olan bir medyadan bahsederken dertleri ‘gerçekler’ olan bir medyaya geçmek oldukça zor.
Diriliş Postası ve Müstakil Gazete’nin kullandığı ‘nasipse’li, ‘inşallah’lı dilin ne kadar önemli olduğunu vurgulamama bile gerek yok. Zira bence bir haberi yazmanın 7 önemli kuralı vardır. Hani bize öğretilen 5N 1K vardır ya, onun doğrusu 5N 1K 1A’dır. Ne, nerede, ne zaman, nasıl, neden olursa olsun ve kim tarafından yapılırsa yapılsın Allah’ın izniyle olur. Bunu unutmasak ne güzel bir gazetecilik etiğimiz olur.
Neyse filme geri dönelim. Başrolü olmayan bir film diyebiliriz Spotlight için. Mark Ruffalo zaman zaman ipleri eline alıyor gibi olsa da bir ‘ekip’ filmi olması hasebiyle oyunculuklarda da bir eşitlik söz konusu. Michael Keaton ise Birdman’deki kadar etkili bir rolü olmadığı için çok fazla ön plana çıkamıyor.
Özetleyecek olursak, iyi bir senaryo ve bolca diyalogdan oluşan bir film izlemek isteyenler için Spotlight iyi bir tercih olacaktır. Diriliş, Mad Max ve Marslı gibi filmler karşısında bir Oscar şansı olmasa da bu yıl sinemaseverlerin gönlünü kazanan yapımlardan.