Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’nda kaybolmasından sonra yaşananları akılla mantıkla izah etmek mümkün değil. Rezaletler zinciri birbirini kovalıyor. Bir devlet sevmediği bir gazeteciyi başkonsolosluğuna çağırıyor ve onu yok etmek için ülkenin önde gelen 15 karanlık adamını getiriyor. Devletin adli kurum başkanı ve prensinin korumaları bu işte görev alıyorlar. Gazeteciyi yok eden katiller, bir sürü ipucu ve karanlık noktalar bırakarak ülkelerine dönüyorlar.
Bu rezaleti işleyen ülkenin yöneticileri bir sürü saçma sapan açıklamalar yapıyor. Önce yok ettikleri gazetecinin kıyafetlerini bir dublöre giydirerek arka kapıdan çıkarıyor. Olay sırasında güvenlik kameralarının çalışmaması da garipliklerden bir tanesi. Uzun zaman hiçbir açıklama yapmadan sessiz kalarak olayı unutturmaya çalışıyorlar. Başka bir rezalette, başkonsolosun 5 gün sonra uluslararası bir ajansın kameralarını çağırarak binayı dolaştırmasıdır. Pişkinliğin bu kadarına pes denir. Nitekim başkonsolos daha sonra ülkesine dönmüştür.
Daha önce işbirliği teklifiyle karşılaşan Kaşıkçı, başına bir şey gelme endişesiyle kapıda bekleyen nişanlısına Türk- Arap Medya Derneği Başkanı Turan Kışlakçı ve Cumhurbaşkanı Danışmanı Prof. Dr. Yasin Aktay’a bilgi vermesini söylüyor. Turan ve Yasin beyin kamuoyunu ve devlet görevlilerini bilgilendirmesi sonucu konu dünya gündemine geliyor. Cemal Kaşıkçı bu tedbiri almasaydı belki de bu olaydan hiç haberimiz olmayacaktı. Daha acı olanı bu olayın ilk olmadığı anlaşılıyor. Bu durum da işi daha da vahim hale getiriyor.
Bu rezalet karşısında en büyük ilgiyi ABD Başkanı gösteriyor. O da başka olaylarda olduğu gibi saçma sapan açıklamalar yapıyor. Suudi paralarına çöreklenmenin hafifliğiyle Suud yönetimini savunmaya çalışıyor. Olay büyüyünce olayı takip edeceklerini belirtiyor. Trump’ın damadının daha önce tutuklanan işadamlarının ve prenslerin listesini Suudi prensine verdiği haberlere yansıdı. Yahudi damat yok edilmesi gerekenlerin listesini de prense vermiş. Şu yaman çelişkiye bakar mısınız; ABD’nin en meşhur gazetelerinin birinde yazan bir gazeteci, ülkenin başkanının danışman damadı tarafından yok edilecekler listesine konuyor. Amerika sattığı silahlar ve açıktan gasp ettiği paraların hatırına her türlü ahlaksızlığa ve hukuksuzluğa göz yumma eğiliminde görünüyor.
Bu olayda açıklanması gereken diğer bir boyutta neden Türkiye seçildi? Böyle bir rezilliği neden ABD’de yapmadılar? Bu cinayeti işleyenler bilinçli, planlı taammüden bu işi yapmışlardır. Bu işin insani, hukuki boyutu büyük bir felakettir. Açıkçası devlet eliyle işlenmiş bir cinayet var. Üzerine çok konuşulacak bir mevzuu.
Konu dünya kamuoyuna mal olunca, araştırma ve tahkikata izin veren Suudi yönetimi, suçu yapanlara atarak sıyrılmaya çalışıyor. Türkiye yargılamanın İstanbul’da uluslararası bir mahkeme tarafından yapılmasını istiyor. Bu katiller ve destekçileri için bile güvenilecek durumdur. Başkonsolos ve katillerin can güvenliğinin de tehlikede olduğunu hatırlatmakta fayda vardır.
Suudi prensi ve ABD’li işbirlikçileri tarafından Suudi Arabistan’da yaşatılan insan hakları ihlalleri, mal ve can güvenliğinin olmamasını gündeme taşıması açısından bu vahim olayın bir hayra vesile olmasını dileyelim.
Bu nedenle korku ve baskı altında tutulan halkların kendi kaderlerini tayin etmesi mücadelesinin başlaması için bir işaret fişeği olur inşallah.