Futbolizm ve siyaset

Abone Ol

Kirli bir tezgahta en ucuz ürünlerle sandviç yapan adam bağıra bağıra konuşuyor. Arada bir ellerini pantolonuna siliyor:

-Ülkenin anasını ağlattılar, duble yolmuş, kardeşim onu zaten yapacaksın. Yol yapıyom diye tırlar dolusu parayı cukkaya indirdiler.

Köşede birasını yudumlayan yaşlı:

-Kendileri 10 milyar emekli maaşı alıyor, acımızdan ölüyoruz burada haberleri yok.

Bu arada içeri giren kedi tezgaha zıplıyor. Onu kovmak isterken içi domates dolu tencere yere gürültüyle yere düşüyor. Adam basıyor okkalı küfrü elindeki maşayı kediye fırlatıyor. Sonra alıp yerden kirli bir beze silip ocaktaki sosisleri çevirmeye devam ediyor.

Onlar saçmaladıkça sinirlerim bozuluyor. Kışkırtılıyorum. Konuşmamak için kendimi zor tutuyorum. Aklıma Balkanlarda, Avrupa’da tanıştığım insanların Türkiye hakkındaki umutları, sevgileri, şükürleri geliyor. Bir de vatandaşa empoze edilen ezberlere bakıyorum.

Vatandaş 20 yıldır emekliymiş her halde kırklı yaşlarda emekli olmuş. Nerdeyse çalışanın iki katı emeklinin bu ülkede olduğunu ona kimse anlatmamıştır. Böyle olmasa daha fazla refaha sahip olacağından haberi yoktur. Niye 50 yıldır yapılmadı bu yollar, hastaneler, tren yolları, havalimanları sorusunun cevabı gayet basit, para yoktu. Devlet sürekli borçlanarak ancak maaşları ödüyordu. Bu insanlara kızmıyorum. Bizim anlatamadığımız yerde başka biri bir şeyler anlatıyor ve inanıyorlar.

İnanmak istedikleri için inanıyorlar. Siyaseti takım tutar gibi algılıyorlar. Kendi takımlarının 12 yıldır şampiyon olamamasına içerliyorlar. Şampiyona gelen her tekme onları sevindiriyor. Biri hakemi satın aldılar dese, biri şike var dese hemen inanıyorlar. Bu seçim sonuçları hakkında sessizlikleri ondan. Artık trafoya giren kediler olduğunu savunmuyorlar. Bütün eski günleri unuttular. Stadın tribününde sadece küfretmek için varlar. Destekleyecek takımları yok. Bunu bildikleri için karşı takıma sövmek onları rahatlatıyor.

Yıllar önce eski siyah beyaz Zaman gazetesinin arka sayfasında “Futbolizm” diye bir yazı yazmıştım. Ben de yirmili yaşlardaydım. O yazıda futboldan çok oluşturulmaya çalışan bir kültürden bahsetmişim yaşıtlarımı eleştirerek. Kendi kendime gülümseyerek o çocuklar benle beraber büyüdü böyle oldu diyorum şimdi.

Üzerlerinden geçen ezberci eğitim sistemi de buna eklendi . Sorgulamadan ezberliyorlar. Az kelimeyle konuşup sloganları akılda tutuyorlar. Gazetelerin sadece manşetlerini okuyorlar. Renkli ve resimli hatta üç sayfa spor olmayan gazeteleri sevmiyorlar. Derler ya “yedisinde neyse yetmişinde de o.”

Ne derseniz deyin sorun okumuşluk oranında değil. Nasıl okumuşluklarında. Bu anlamda milli eğitimin yeni müfredatı (yapılandırmacı model) tam anlaşılmasa da önemli. Çıktılarını yirmi yıl sonra alacağız. Yeni Türkiye’de.