İnsan, tarih boyunca etki alanını genişletmek için çeşitli yol ve yöntemler geliştirdi; toplumsal konumuna, maddi gücüne ya da bilgi seviyesine bağlı olarak…
Etki alanına seslenmek ya da sesinin yankısını iyi duymak adına da, ciddi fonolojik yaklaşımlar geliştirdi…
Tarih boyunca insan, sanki Sühreverdî’nin; “Anlam kelimeye sığmaz” sözünden haberdarmışçasına etki alanına seslenirken, kelimeleri sadece sözcük anlamına hapsetmeden, ses diyagramına yönelerek, sözcüklere eşlik eden sesleri, onların gruplanışını hatta altında yatan bilinç-dışı gerçekleri de dikkate aldı; bilerek ya da bilmeyerek…
Oysa bilim Fernand Braudel’in; “Tarih nasıl olayın tuzağına düşmüş idiyse, dil bilim de sözcük tuzağına düşmüş, kendini sözcüklerle nesne arasındaki ilişkilere ve sözcüklerin tarihsel evrimine adamıştı” sözüyle itiraf ettiği gibi, bu hakikati çok geç idrak etmişti…
“Yankı çemberi” genişledikçe insanın iletişim kurma, sesini duyurma yöntemleri de hep gelişti, çeşitlendi…
Fakat ilerleme ya da imkânların çeşitlenmesi hep iyi şeyler getirmedi insanın hayatına; birbirinin içine geçen hatta çözülmesi zor bir yumağa dönüşen yankı çemberlerinin ihtiva ettiği sesler, uzayan mesafe ve zamanın da tesiriyle ciddi parazitlenmelere uğradı/uğruyor…
Fakat yakın zaman seslerinin/mesajlarının tahlilinin, anlamlandırılmasının da kendi doğası gereği -ipso facto- ciddi zorluklar barındırdığını bilmek durumundayız…
Bu noktada yine Fernand Braudel’e müracaat edebiliriz; “Olay ilgi çeken yepyeni bir şeydir. Patlayan bir bombayı andırır. Meydana getirdiği dumanlarla çağdaşlarının görüşünü bulandırır; ama kalıcı değildir, ateşi görülmez” sözü için…
Bugünü anlamak için uzun zaman dilimlerinden ve soğukkanlı olarak bakmaya, karşılaştırmalar yapmaya, geçmişin verilerinden çokça yararlanarak şimdinin verilerini yorumlamaya -ekstrapolasyonlarla- ihtiyacımız var…
Öznesi konumunda olduğumuz ve elbette öznesi olduğumuz için de duygusallıktan kurtulamadan yorumlamaya çalıştığımız bugüne ait olayların sebeplerini sadece şimdide aramak, geçmişimizin bizlere biçtiği ve giyinmekten kaçamayacağımız gömleklerin varlığını inkâr anlamına gelir ki bu da, zaman boyunca -diakronik olarak- ardı ardına birbirini etkileyerek gelen olaylar silsilesini göz ardı etmek demektir…
Ne yazık ki, bahsetmeye çalıştığım bütün farkındalıklara rağmen bugün hâlâ içine doğduğumuz olayları, meydana getirdiği tozun-duman içinden, puslu bir bakışla yorumlamaya devam ediyoruz…
Geçmişle ve zamandaşı olduğu diğer olaylarla bağı iyi kurulamayan bir olay, sadece kendi koşullarıyla değerlendirildiğinde, belirli bir zihinsel atlasa ulaşma imkânından bizleri mahrum bırakıyor…
Oysa nasıl ki zaman sadece günlerin toplamından ibaret değilse, tarih de olayların toplamından ibaret bir yığın değildir…
Tek bir olayın tozunda, dumanında ufkunu kaybetmişlerin kopardığı gürültü bizi yanıltmasın; onun dışında kalan diğer sesiz ama bağlantılı alanlarda, çok daha fazlasıyla cereyan etmeye devam eden olaylar silsilesi olmaya/eylemeye devam ediyor bir taraftan…
Biz geçmişle bugünü, bugün ile de yarını dingin ve berrak bakışlarla birleştirmek ve istikametimizi ona göre yapmak zorundayız…
Varsın birileri tozun, dumanın içinde yolunu kaybetsin; bizim artık bu kör kayboluşa tahammülümüz olamaz…
Etrafımızda olup bitenleri ve bize dayatılmaya çalışılanı çok iyi görmek zorundayız…
Aksi halde bizi terörün yankı çemberine hapsetmek isteyen ve kulaklarımızı sürekli ona ait propagandayla doldurmaya çalışanların tuzağına düşmekten kurtulamayız…
Bu coğrafya, üzerinde yaşayanlara ilham verici müthiş bir ses zenginliğine sahiptir ve biz bunun çok farkındayız artık…
Hangi sesin kimden geldiğini ve o sesin arkasında gerçekte kimlerin olduğunu artık daha iyi seçebiliyoruz…
Ve elbette sesimizi kimlere ve ne şekilde duyurmak istediğimizi, kimlerle yan yana olmayı seçtiğimiz de güçlü mesajlarla verebiliyoruz…
Artık hiçbir parazit, her geçen gün biraz daha genişleyen yankı çemberimizi kolay kolay durduramayacak; İnşa’Allah!
Buna inanmayanların, güçlü irademize ve çok gür çıkan sesimize iyi bakması yeterli…