Ağlamasıyla ünlendi. Söylediklerinin tuhaflığını gözyaşlarıyla gizledi. Hezeyanlı çığlıklarını vaaz kürsüsünün itibarıyla perdeledi. Tize doğru yükselirken sesi, ruhunun habaseti görünmek üzereyken, etrafı kurgulanmış histerik hıçkırıklarla sarıldı. Masum, mağdur ve mazlum görüntüsünün arkasına saklandı. Ümmi ümmetin iyi niyetiyle yüz buldu, saf kalbinde yer açtı.
Tasarlanmış tevazu gösterilerinde ustaydı. Kimse bu zavallı gövdenin içinde muhteris bir ruhun saklandığına ihtimal vermedi. Ağlamaklı bu yüzün ardında, zorbaların yoldaşlığına tenezzül eden bir nifak ateşi aramadı. Takiyeyi biricik fazilet saydı. Göründüğü gibi olmamayı erdemmiş gibi sürüye sürüye taşıdı, elemanlarına bulaştırdı.
Korkulu paranoyalarını, garip hedeflerini ümmetin iyi niyet kumaşı üzerine sinsice teğelledi. Her adımını inceden inceye ölçüp biçti. Hesapsızlara yer yoktu yanında; hasbileri hain diye damgaladı. Yaptıklarını sorgulayanlara sadakatsiz damgası vurdu. Aklı erenleri sözüm ona “şefkat tokadı” ile tehdit etti. Kaderin cilvesini, kendi uğursuz hesapları için sonuna kadar kullandı. Hiçbir eylemin öznesi değildi ama her işi yapıyordu. El altından kotarıyordu zaferlerini. Gazete çıkarmıyormuş gibi gazete çıkardı. Siyasetle ilgilenmiyormuş siyaseti yaptı.
Fırsatını bulduğunda, Kürt diye beğenmediğini itiraf ettiği Said Nursi’nin yürekli yürüyüşünün üzerine çöreklendi; duru ve diri söylemini bulandırmaya kalktı. İnsanlığın biricik ümidi, “kavl-i leyyin”i susturdu. Gerçeğin dili olma karşılığında maddi değil manevi menfaat bile beklemeyen tebliğ zarafetinin üzerine bastı şantajcı memurlarıyla.
Her tuhaflığını, kurnazca ve küstahça, Hızır’ın[as] bilgeliği paravanıyla kamufle etti. Sorgulanamazlığına Hızır’ı[as] bahane etti. Musâ’ca[as] yürüyüşü tökezletmeye yeltendi. Dengesizliklerini ve aymazlıklarını, aziz sahabe Ebu Zer-i Gıffarî’nin[ra] delikanlı serazatlığına benzeterek yutturdu. Küfre karşı direncin sembolü olan Ashab-ı Kehf’in kahraman yoldaşı Kıtmir’in kadrosunu işgal etti; aziz hatırasını kirletti, latif görevini yozlaştırmaya kalktı. Hainlerin kapısında nöbete durdu.
Fettah’tır Allah ki, bu uğursuz karaltıyı üzerimizden kaldırdı. Muntakim’dir Allah ki, çaldığı minareden kılıf yapan yavuz hırsızın elinden mukaddeslerimizi geri aldı. Sabûr’dur Allah ki, bu arsız işgale karşı, korkudan değil mahcubiyetten susuşlarımızın dal uçlarında yeni fetih ümitleri, taze hitap çiçekleri açtırdı.
“Tek ceketim var” dediği duyuldu bir ara. Ona ceket sayısını soran yoktu oysa. Yüz sayısı hâlâ merak konusu. İkiden az değil belli ki…