Darbenin üzerinden dört yıl geçmesine rağmen hala TSK’da muvazzaf subayların bu kanlı terör örgütüyle ilişkisinin tespit ediliyor olması, nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya olduğumuzu gözler önüne seriyor.
Eğer FETÖ’yü diğer terör örgütleri gibi kriminal bir yapı gibi değerlendirirsek mücadelede en önemli boyutu atlamış oluruz. FETÖ, 2. Dünya Savaşı sonrası oluşan neo-emperyal küresel düzenin bir parçası, ideolojik tamamlayıcısı ve ülkemizdeki kirli elidir. Bu el, kimi zaman dinsel bir karakter sergilerken, kimi zaman da 28 Şubat’ta olduğu gibi seküler bir karaktere bürünebilmektedir.
Türkiye, 1839’dan itibaren içine sürüklendiği Batı’nın egemenlik iddiasını kabullenen tutumunu, İstiklal Harbi gibi bazı arızi dönemler dışarıda tutulacak olursa, Cumhuriyet dönemi boyunca sürdürmüş, ancak bu süreç tam olarak 2009’da inkıtaya uğramıştır.
FETÖ ZİHNİYETİ KOL GEZİYOR
Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın Davos çıkışı ile milat olarak kabul edilen bu siyasal yörünge değişikliğini “milli politika ve yerli duruş” olarak tanımlıyoruz. Eğer milletin canı pahasına giriştiği bu siyasal kırılma gerçekleşmemiş olsaydı, ne PKK hendeklere gömülebilir, ne Afrin temizlenebilir, ne de Akdeniz’de Libya’ya uzanan bir meydan okuma sergilenebilirdi.
Ak Parti’de uzun bir süre içeride kalarak muhalefet eden ve partinin kuruluşundaki ilkelerden saptığı, fabrika ayarlarına geri dönmesi gerektiği şeklinde bir yaklaşımla ortaya çıkan siyasi figürlerin, partiden ayrılıp kendi partilerini kurmalarından sonraki söylemleri meseleyi daha iyi kavramamız için aydınlatıcıdır.
Türkiye’nin 10 yıldır izlediği politikalarla, hem doğulu hem de batılı küresel aktörler karşısındaki tutumundan rahatsızlık duyan bu çevreler, geleneksel dış politikaya dönüş yapılacağını vaat ediyorlar. İktidarın içeride kutuplaştırıcı, dışarıda kavgacı tutuma sahip olduğunu iddia ederek, bu durumun sürdürülemez olduğunu söylüyorlar. Liberaller, ülkeyi kantonlara ayırma davası güdenler, hatta dinsel tekfircilik yapan akımlar dahi bu koronun bir parçası olmuş durumda.
DİN SOSLU, ÖZGÜRLÜK MASKELİ MUHALEFET
Batı’yla uyumlu ve edilgen bir pozisyonu ifade eden bu yaklaşımın ne anlama geldiği izahtan varestedir. Bunlarla birlikte değerlendirildiğinde, Ahmet Davutoğlu’nun “Başbakanlığının devam etmesi halinde darbenin olamayacağı” şeklindeki beyanı çok daha önem kazanmaktadır.
Mesele sadece CHP ve İyi Parti’de giderek artan kutuplaştırıcı dil söyleminden ibaret değildir. Zaten milletimiz bu siyasal yaklaşımın müntesiplerinin geçmişlerini çok iyi bildiğinden, devletimizin bu dönüşüm sürecine mani olamayacaklarını çok iyi idrak ediyor.
Asıl mesele, tıpkı FETÖ örneğinde olduğu gibi dindar bir sosyolojik tabandan beslenen ve “özgürlük ve çoğulculuk” maskesiyle, Türkiye’yi yeniden Batı’nın hegemonyasına teslim etmeye gayret eden siyasal yaklaşımların gerçek yüzlerinin ifşa edilmesidir.
FETÖ’nün bir suç örgütü olarak Türk yargısına hesap vermesini sağlamanın büyük bir başarı olduğu şüphesizdir. Fakat, bizi dünyaya hâkim olan küresel çetenin boyunduruğuna süslü, kimi zaman da İslami kavramlarla sürüklemeye çalışanların ipliğini pazara çıkarmak bugün için çok daha elzem görünüyor.