Osmanlı Coğrafyası, 1800’lerden, yani imparatorluğun çöküş sürecinden itibaren Batılı misyonerlerin ve etki ajanlarının akınına maruz kaldı.
İmparatorluğun gücünün merkeze nispetle daha az hissedildiği uzak topraklarda Osmanlı’ya karşı isyan hareketleri hızlı bir şekilde meydana getirilirken ‘Payitaht’ın düşüşü Tanzimat sonrası azınlıklara verilen imtiyazlarla hızlandırıldı.
Robert Kolej, işte bu dönemde Payitaht içerisine salınacak virüslerin yetiştirildiği laboratuarlardan biri oldu.
Amerikalı misyoner Dr. Cyrus Hamlin’in fikri kurucusu ve yöneticisi olduğu okulun ‘Ülke yönetecek ve söz sahibi olacak lider profiller yetiştirme projesi’ ilk meyvelerini Balkanlar’da verdi. Osmanlı’ya karşı ilk ayaklanmayı organize eden, Balkan Türklerini katleden Osmanlı’ya karşı Balkan Savaşı’nı başlatan Bulgar isyancıların liderleri İstanbul’da bizzat Robert Kolej’de yetiştirilerek gönderilen isimlerdi. İçlerinden birinin Bulgar Genelkurmay Başkanı İvan Fitçef olması kolejin kurulma sebebini özetliyordur sanırım.
Cumhuriyet sonrası Robert Kolej’in en önemli misyonu ise Türk milletinin İslam’dan uzaklaştırılması için çalışacak öncü kuşaklar yetiştirmek oldu.
Kolejin 1970’lere kadar yetiştirdiği ve toplumda iş dünyası, sivil toplum, akademi, siyaset gibi alanlarda söz sahibi haline gelmiş isimlere baktığınızda ne söylemek istediğim anlaşılacaktır.
Cumhuriyet döneminde Kur’an’ın yasaklanması, taşrada cenaze namazı kıldıracak imam dahi bulunamayacak hale gelmesi ve toplumun isyan noktasına geldiği anda devreye konulan “ılımlı yani sadece evde yaşanılan İslam’ projesine Robert Kolej mezunlarının nasıl omuz verdiği meydanda.
Ülke dışındaki ilk Amerikan koleji olan Robert Koleji Türkiye’de açan ABD, yeşil kuşak projesini de bu kolejden yetişen kadroları eliyle yürüttü.
Şimdi gelelim zurnanın malum sesi çıkardığı yere…
FETÖ elebaşı Gülen bir proje olarak Kestanepazarı’na getirildi. O zamana dek, dönemin Mason yapılanmasının tuğlaları nasıl ördüğü arşivlerde var.
Peki niçin Kestanepazarı seçildi? Bugüne kadar cevaplanmayan sorulardan birisi de bu. 1945 sonrası CHP’nin ipleri mecburen gevşetmesiyle gizli gizli de olsa Kur’an öğretilen merkezlerden biri de Kestanepazarı’ydı. Salih Tanrıbuyruğu Hocaefendi, hem imamlık yapıyor hem de çevredeki gizli yatakhanelerde sakladığı öğrencilere CHP faşizminin inzibatlarından saklanarak Kur’an öğretiyordu. Kestanepazarı’na ünlü romancı Raif Cilasun’un eli değince işler değişiverdi. Önce Salih Hoca ikna edilerek bir dernek kuruldu ve DP iktidarıyla birlikte de yatılı Kur’an eğitimi verilmeye başlandı.
Fakat garip olan Raif Cilasun’un 1925’te, Ödemiş’te İmam Hatip’te okurken okulun CHP tarafından kapatılması üzerine bir misyoner okuluna, Robert Kolej’e devam etmesiydi.
Daha enteresanı ise Merhum Menderes’in İzmir’le olan bağına rağmen Cilasun’un CHP’den milletvekili adayı olmasıydı. Buna “Hocam biz sana yardımcı olacağız, işleri kolaylaştıracağız’ denilen Salih Hoca’nın kısa bir süre sonra farklı bir şehre sürgüne gönderilmesini de ekleyince ortaya garip bir tablo çıkmıştı.
Tanrıbuyruğu, yıllarca sürgünde yaşamak zorunda bırakıldı, hastalandı. Cilasun’a bu süreçte Merhum Şule Yüksel Şenler’in ağabeyine Masonluk teklif ettiği ortaya çıkan Ali Rıza Güven gibi isimler destek oluyordu.
FETÖ elebaşı Kestanepazarı’na getirilince de “Türkiye’yi Amerika’nın kuklası olan ılımlı bir İslam ülkesi haline getirme projesi” de başlamış oldu.
FETÖ terör örgütü, bir başka Robert Kolej Mezunu ve Masonluğu tescilli CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek’in himayesinde büyüdü, serpildi ve ülkenin başına bela oldu.
Bu konuda sayfalarca yazılabilir. Ancak bir hususun altını çizmekte yarar var. Tanıklar, Cilasun’un, Kestanepazarı’nı halis niyetle kurduğunu, CHP’yi de ‘şerrinden emin olmak için’ tercih ettiğini iddia ediyor. Kestanepazarı’nda kapsamlı çalışma yapmış biri olarak açıkçası kalbim bu konuda mutmain değil.
Kendisine teklif edilen ve sunulan bazı imkanlara, ‘belki hayra vesile olur’ diye ‘Evet’ demiş olabilir. Hüsnüzannımın sebebi ise şu: Cilasun,1960lı yılların sonundan itibaren daha sarih bir İslami çizgi ortaya koymaya, farklı bir portre çizmeye başlıyor. Hatta Mehmet Zahit Kotku Hazretleri’ne intisap ediyor. Oğlum Osman ve diğer hidayet romanlarını da bu tarihten sonra ortaya koyması önemli.
Hatta şu bilgiyi de ilk kez burada okuyorsunuz. Salih Tanrıbuyruğu Hoca, uzun yıllar sürgünde çektiği eziyetlerden sonra İzmir’e dönebiliyor. Cilasun da 1970li yıllarda gidip Tanrıbuyruğu’ndan kendisine yaptıkları için helallik istiyor. Bunu Tanrıbuyruğu’nun en yakınlarından bizzat dinledim.
Diğer yandan 15 Temmuz sonrası gittiğimde Kestanepazarı’nda iki ayrı yapı olduğunu gördüm. Tanrıbuyruğu’nun halisane çabasını aynen devam ettiren, hafız yetiştiren ve FETÖ ile organik bir bağı olmayan ve devletin de halen çalışmasına müsaade ettiği Kur’an Kursu Derneği hizmetlerine halen devam ediyor.
Öte yandan ‘Ali Rıza Güven ekolü’ de görünürde burs gibi küçük faaliyetleri dışında bir etkinlikleri olmasa da bir iki yıl öncesine kadar cami çevresinden elini çekmiş değildi.
Kestanepazarı, başlı başına bir kitabı hak ediyor. Ancak benim merak ettiğim bir başka husus şu: Robert Kolej, ‘devlete teslim olduğu’ 1970’lere kadar başka hangi pazarlarda tezgâh açtı?