Felsefesiz sanatın taa…

Abone Ol

Beylik tabancanın içindeki kurşun gibi bir cümleyle başlayacağım ve sonda söyleyeceğimi başta söyleyeceğim:

“Felsefesi olmayan sanat yok olmaya mahkumdur.”

Bu yazı, hedef tahtasına oturttuğu kişileri 12’den vurma maksadıyla kaleme alınmıştır. Bunu başta söylemesiyle de, niyetini açık ederek kaçak dövüşmeyecek bir yazıdır.

Türkiye, tarihi açıdan sanatın zengini, felsefi açıdan da düşüncenin derini bir ülkedir. Bunu kanıtlayacak sayısız eserden isime bu topraklar, güzel şeylerin resmi geçididir. Hem de binlerce yıldır. Elinizi hangi toprağa dokunup neye kulak kesilseniz size, kucak kucak armağanlar bahşedecektir. Karşılığında hiçbir ücret de istemeyecektir.

Bu derece zengin ve cömert topraklarda, dirilmeyi bekleyen ama tekrar tekrar idama mahkum edilmiş birçok alandan biri de sanattır. Evlere şenlik olarak var olmuş ama evlere ateş olup düşen sanat. Temaşa etmekle bitirilemeyecek kadar zengin olduğumuz bir alanda uzun zamandır, bir şey yapmamak için uğraşıyoruz. Sanatın içinde yüzerken sanat yapmamak için çırpınıyoruz. Kötü kötü taklitler ve devşirme eserlerden öteye gitmeyen performanslara eklediğimiz geçmişin övüncü ve geleceğin olmayan kıvancıyla yerimizde sayıp duruyoruz. Hem duruyor hem susuyoruz. Biz sustuğumuz gibi de kimseyi konuşturmuyoruz. Sanki sanat, konuşmayı yasaklıyor gibi. Sanat dile gelmeye ruhsat vermiyor gibi.

Yanılıyoruz. Hem de çok fena.

Çünkü konuşamadığınız bir zeminde koklaşarak sanat yapmaya başlıyor birileri. Ya da, hiçbir eleştiriye gelmeden sürekli kendini tekrar ediyor diğerleri. Böyle böyle bitiriyoruz elimizdeki tüm krediyi. Allah’ın verdiği güzellik duygusunu dikkate alarak sanat yapmış ve bize miras bırakmış ecdadın kredisini.

Biz böyle deyince itiraz ediyor birileri ve diyor:  “Ama ecdadımız sanatı konuşmamış, sanatı yapmış ve yaşamış. Bu yüzden gerek yok sanatı konuşmaya. Kelimeleri israf etmeye gerek yok.” İlk kim demiş bunu, nerede yazmış bilmiyorum. Ama böyle bir galat-ı meşhur mevcut.

Ecdadımızın sanatı konuşmaması gibi bir şey yok. Konuşmuşlar. Hem de dibine kadar. Nirvana’larda seyretmişler bu konuda. Meclisler kurmuşlar. Hemen her fırsatta mütalaa etmişler. Mülahazalarının bir numaralı meselesi olmuş sanat. Çünkü medeniyet olmak bunu gerektirir. Çünkü ince bir zevke erişmek bunu doğurur. Ve siz, sanatı konuşmadan yükseltemezsiniz. Ne Mimar Sinan tek başına dehasını inşa eder bu durumda ne de Karahisari. Kelamınızın merkezine otağ kurmazsa sanat, çocuklarınız kısırlaşır. Ruhlarınız nobranlaşır. Kelimeleriniz kana karışır. Hayat vermek için yaratılmış kelimeler hayat almaya başlar. Metamorfoz başlar, sanat yoksa meselelerinizde. İnsandan uzaklaşır insanlar. Maddeye çivilenir ve mana alemlerinden derdest edilir ins-ü cin. Bu yüzden konuşulmalı sanat. Kılcal damarlarına kadar inilmeli ve akmalı sanatla. Kelimeleri sonsuzluğa kazandırmalı sanatla. Çünkü sanat sonsuzluğa davetiyedir. Lahuti bir ritimle akan müzikte de bu böyledir. Hüsn-ü Hatt’ın kıvrımlarında da. Modüler bir dille akan geometrik desenlerde de, minyatür sanatındaki ifadesiz ifadelerde de.

Sonlu olanla işi olmaz sanatın. Öyle olsaydı eğer, ne Ayasofya alırdı yerini yerkürenin üstünde, ne Selimiye. Hatta, ne Van Gogh’un kargaları, ne de Picasso’nun Guernica’sı. Hepsi kendi içinde sonsuzluğa öykünüş ve sıradanlığa başkaldırıştır. Hepsi, gökkubbenin altındaki bitmeyen senfoninin parçalarıdır. Bu yüzden sanat konuşulmalı. Yapıldığı kadar konuşulmalı.

Konuşulmalı diyorsun da, sanatı konuşmak ne demek onu demiyorsun dedi içimden bir ses. İçimdeki sese kulak veriyor ve geçiyorum bu yazının ikinci aşamasına.

Sanatı konuşmak felsefesini inşa etmektir. Kavramları üzerine düşünmek, gerekirse yeniden tanımlamaktır. Hatta yeni kavramlar üretmektir. İnsanların gündemine sokmak ve yeni başlangıçlar için ab-ı hayat üretmektir. Kadim geleneğimizde (belki de tüm geleneklerde) böyle olmasa da artık bu böyledir. Hem de uzun zamandır. Uzun zamandır sanat, büyük teatilerin parçası haline gelmiş ve insanlar bu teatinin parçası kılınmış durumdadır. Batı’da geçekleşmiş olan bu durum, kayıtsız kalamayacağımız kadar baskın ve yol yordam meselesidir. Geçmişteki gibi, estetik bir aura üzerine doğmamış ve sanat yapar gibi yaşayan insanlar değilsek bugün, yeni yollar, yöntemler aramamız kaçınılmazdır. Kaçınılmaz olandan da kaçamazsınız. Biz de kaçmayacağız artık. Kaybettiğimiz bütün kaleleri yeniden fethetmek için kaçmayacak, risk almaktan da kaçınmayacağız. Başka seçeneğimiz yok çünkü. İvedilikle sanatın üzerine kafa yoran ve bunu seyrelterek de olsa sokağa indirmeye çalışan adamları üretmek zorundayız. En azından buna kafa yorarak başlayabiliriz. Niçin sorusuna esaslı cevaplar üretip nasıl sorusuna geçebiliriz. Bunu yapmazsak eğer, Kübizmin yükselişini anlamayacağız Fransa’da. Bunu yapmazsak eğer 20. Yüzyıl’ın en etkin sanat akımı Bauhasus ekolünü anlamayacağız.

Birileri diyecek şimdi: “İyi de bunlardan bize ne? Fransa ve Almanya’da olanlar bizi neden ilgilendirsin?” (Umarım denmez, çünkü bu itiraz cehalette küp yapmaktır.)

Neden mi ilgilendirsin? Çünkü anlamadığın o sanat akımları hayatının her anına hakim bugün. Oturduğun binalardan, evine aldığın mobilyalara, düşünüş biçiminden algılama tarzına hayatının her sahasına anlamadığın şeyler hakim bugün.

Neden?

Çünkü dışarıdan seyrettin hep. Sen seyrederken onlar yerine karar verdi. Onlar sana yepyeni roller biçti. Sen sanat bizim neyimize derken, onların bütün filozofları sanat üzerine söylevlere durdu. Söylevlerini anlamaya çalışanlar oldu belki ama sanatı es geçtikleri için söylenilenleri devşirmekten başka işleri olmadı. Anlamadıkları şeyleri hayatlarına almaktan ve papağan gibi tekrarlamaktan başka bir şey yapmadılar. Halbuki onlar sanatlarını üretir ve üzerine büyük büyük konuşurken hayatlarını üretiyorlardı. Sanatla hayat arasındaki bütün duvarlar yıkılmıştı ve aralarındaki buzları eritmek için kullanılan bir turnusol kağıdıydı artık sanat. Bizim hayatımızda sanatla aramızda duvarlar hiç olmamıştı. Bizim için sanat diye altı çizilen bir şey de olmamıştı. Biz güzel bakıp, güzel görüyor, güzel hissediyor ve güzel aktarıyorduk. Evimizden kıyafetimize, siyasetten kültürümüze güzellik akıyordu.

Sonra ne oldu?

Bıçak gibi kesildi güzellik. Her tarafımızdan alındı rahmet. Muhteşem evlerimizi bırakıp dairelere taşındık. Her rengi birbirini yükseltmek için var olan kilimleri bırakıp makine halılarını tercih ettik. Güzellik ayarlarımız yerle bir oldu. Güzel bir nefese ve güzelden konuşmaya muhtaç olduk. Muhtaç olduğumuz bu halden çıkıp, ihtiyaç sahiplerinin gönüllerine güzellik fışkırtmak için neyi kaybettiğimizi hatırlamaya ihtiyacımız. Onun için de bunu konuşmaya. Kaybettiklerimizi ve yeni kazanacaklarımızı konuşmaya. Sanatın, sanatımızın ne olduğunu konuşmaya. Eğer başlarsak bir yerden, felsefesi gelecektir ardından. Biz sanatı konuştukça üretecektir felsefesi kendisini. Düşündükçe üzerine genişleyecektir sanatın evreni.

Böyle böyle çıkacağız bu darboğazdan. Çıkacak ve ümit çığlıkları bağışlayacağız yeniden.