Fazla hızdan başımız döndü

Abone Ol

Durup biraz nefes alalım. Bir Kızılderili tabiriyle, “O kadar hızlı gittik ki ruhlarımız geride kaldı.” Hep yoğun, hep meşgul, hep kıpır kıpır. Hey, bir dakika, ben nereye gidiyorum? Nasıl gidiyorum? Bu yolları bir daha geri dönerek yürüyemeyeceğim. Bu hızlı geçişte, bakmam gerekenlere baktım, görmem gerekenleri görebildim mi?

Meselâ, iş temposu, ev işleri, gelen giden derken; çocuklarım büyüdü, hangisiyle özel zaman dilimleri geçirdim? Eşim ile birbirimize ne kadar zaman ayırdık? Birlikte ve el ele hangi ziyaretleri yaptık? Çocuklarımızla tatilde dereye girip yürüdük mü?

Çocuklarımızın birlikte yapmamızı istediği hangi oyunlara zaman ayırdık? Çocuklarımızın arkadaşlarını kaç kere eve davet edip ağırladık? Çocuklarımızın başını dizimize yatırıp saçlarını okşayarak, onları ne kadar sevdiğimizi ve hayatımızın kıymetlileri olduğunu ne zaman hissettirdik? Çocuklarımız bizim yanımızda mutlu mu yoksa yanımızdan uzaklaşmak için fırsat mı kolluyorlar?

Bunları anlamak için biraz durmamız gerekiyor. Ancak durduğumuzda etrafımızda olup bitenin farkına varabiliriz. Eve en son ne zaman misafir aldık, biz ne zaman ziyarete gittik? Birlikte dışarıda bir kahve içmeye zaman var mı? Eh bazen.

Çocuklarımızın okuluna babaları kaç kere gitti? Çocuğumun ahlâki ve insani yönü nasıl? Arkadaşları ile iyi geçiniyor mu? Sınıfta dersi dinliyor mu? Okulun eşyalarını düzgün kullanıyor mu? Sorumluluk alıyor mu? Bir görev verdiğinizde yerine getiriyor mu? Diye kaç kere sordu?

Sahi en son ne zaman hangi kitabı okuduk, içindekileri hayatımıza geçirmek için ne gibi çaba içindeyiz? Eski bilgileri yenilemeyeli, annemiz babamız gibi davranıp sonra da şikâyet ettiğimiz halde, aynı tempoda devam edeli kaç sene oldu? On mu, yirmi mi, yoksa yirmi beş mi? Eşimize seni seviyorum demeyeli, gözlerinin içine bakarak sevgiyle “Çok şükür ki seninle evliyim” demeyeli, sebepsiz yere özel bir hediye almayalı kaç yıl oldu? Ya akşam yemeğinde tatlı tatlı sohbet ederek yemek yemeyeli ne kadar oldu? Eve gelince telefonun içinden çıkarak, “O bu ne paylaşmış” demeden “Eşim ve çocuklarımla ne paylaşacağım?” diye düşünerek bakışlarımızı evin içine çevirmeyeli ne kadar oldu? Tanımadığımız onlarca kadını erkeği beğenirken, eşimizin ve çocuklarımızın en ufak bir hareketine bağırıp çağırarak müdahale etmeyi, beğenmemeyi kendimize yakıştıralı ne kadar oldu?

Velhasıl, o kadar hızlı yaşıyoruz ki, yuvarlanıp gidiyoruz. Üstümüz başımız temiz ama gönlümüz toz toprak içinde kala kala yuvarlanıp gidiyoruz. Konuşma kalitemiz, davranma kalitemiz, giyinme kalitemiz, dışarısı için tapulandı, “İçeridekiler kim ki onlar için bunları yapalım” anlamına gelebilecek bir değersizleştirme ve yok sayma içindeyiz. Birbirimizle bir şeyler paylaşmayınca da aramız soğudu.

Durup düşünelim, imtihan günü her an yaklaşıyor ve biz sanki sınavı unuttuk.

Kalitesiz bir anlayışla evde birbirimizi tüketiyoruz. Ömür geçiyor ve biz mutluluğu dışarıda arıyoruz çünkü değer dışarıda, sevgi, ilgi özen dışarıda, nefes almak dışarıda. Lütfen durup düşünelim ve artık eve taşınalım, çünkü evlerimiz nefes alınamaz hale geldi.