Bazı akşamlar buluştuğum küçük arkadaşlarım var. Küçük dedimse yaşları küçük sadece; yoksa kalpleri de akılları da kocaman. Kimsenin haberi olmayan küçük bir arkadaş grubuyuz biz ve tek özelliğimiz birbirimizi gerçekten sevmemiz. Bu arkadaşlarımın zihinleri alıştığımız insanların zihninden farklı çalışıyor. Daha ileri, daha geri, daha çok, daha az değil; sadece insanların kahir ekseriyeti gibi düşünmüyorlar hepsi bu… İnsanlar toplu haldeyken tek başına olduklarından daha merhametsiz oldukları için dünyalık sistemler de bu arkadaşlarım için, “zihinsel engelli” gibi kategorik yaftalar var; ama biz, başkalarının bizim hakkımızda ne dediğini umursamıyoruz. Ben sadece “Farklılar” diyeyim siz gönlünüze göre anlayın…
Geçenlerde bir akşamüzeri bu şahane arkadaşlarımla sohbetlerimizin birinde Beydavi tefsiri üzerinden, bir ayet-i kerimeyi işlerken gençlerden biri ayetleri kastederek şöyle sordu: “Abi… Allah bunları bize mi söylüyor?” “Evet, hepsini bize söylüyor” diye cevap verince ben. “Allah bizimle muhatap olup bize kitap yazdıysa hepsini okuyup ciddiye almamız lazım; yoksa ayıp olur” dedi. Güya ben abileriydim ve onlara hafif düzeyde ilmihal ve akait anlatıyordum ama “Ayıp olur” lafı aklıma mermi gibi saplanmıştı.
Daha çok anlatmasını istedim ama devam etmedi. “Kur’an’ı okuyup ciddiye almazsak ayıp olur” dedi sadece. Yeniden sordum, başka konuya geçti yıldızlardan söz etti; bir daha sordum başka konuya geçti okulundan söz etti. Konuyu “Ayıp olur” lafına getirene kadar ısrarla ve tekrarla sordum; ama her seferinde birbiriyle ilgisiz şeylerden söz etti. Son kez sordum, okulunda sınıf arkadaşı Esma’dan söz etti. “Esma’ya çirkin diyorlar” dedi. “Sen ne diyorsun” diye sordum, “Şimdi abi çiçeğe çirkin deyince çiçek üzülmez ki, çirkin diyen kimse çiçeği göremediği için körlüğüne üzülsün diyorum” dedi. “Esma’ya ayıp etmişler değil mi” dedim. Durdu, biraz sallanarak şöyle söyledi: “Esma’yı da Allah yarattı, Esma’ya çirkin diyen Kerem’i de Allah yarattı. Demek ki Esma’ya çirkin dersek ‘Allah çirkin bir şey yaptı’ demiş oluruz çok ayıp olur…”
Dünya kendi halindeydi, arabaların sesi geliyordu, milyonlarca İstanbullu dev gibi bir çarkın içinde dönüp dururken birkaç gençle, Fatih’in bir mahallesinde kimsenin haberi olmadan “Allah’a ayıp ediyoruz” dersi alıyordum ben. Hakikati ıskalıyorduk; çünkü bütün o iyi niyetlerimiz, görüp de unuttuğumuz rüyalarımız gibiydi. Niyetlenmiştik niyetlenmesine ama unutmuş ve çarka kapılmıştık. Bana “Ayıp ediyoruz” dersi veren bu çocuğu otobüste annesinin elini tutmuş cama kafasını vururken görmüş ve tedirgin olmuş olma ihtimaliniz bile vardı. Ayet mi, hangi ayeti mi işliyorduk; Bakara Suresi 269. ayet: “Kime dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiştir. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez…”