Farkında mıyız?

Abone Ol

Bazı şeyleri anlamak için üzerinden uzun hatta çok uzun bir zaman geçmesi gerekiyor sanırım kâri. Yakından bakınca görünmeyen ama uzaklaştıkça berraklaşan bir manzara gibi… Bazen görmek için uzaklaşmak, anlamak için beklemek gerekiyor sanırım. İnsan hemen anlayamıyor, idrak edemiyor ve farkına varamıyor bazı şeylerin. İçinde olduğundan, o anda yaşadığından ve çok yakınında durduğundan göremiyor belki de. Şaşırmıyorum buna ama tuhaf geliyor bazen. Göz var ama görmüyor sanki. Bazıları kör oluyor görebiliyorlarsa bile. Ya da belki şairin dediği doğrudur:

“O mâhîler ki derya içredür deryayı bilmezler”

Etrafıma bakınca ve insanları anlamaya çalışınca görüyorum ki bunca nimet ve bunca varlığın içinde olduğumuzdan belki de hiç birini fark edemiyor, göremiyor ve şükredemiyoruz. Bazen bunu anlamakta zorlanıyorum ben. Adam on sene evvel başladığı yerden öyle çok yükselmiş ve öyle çok şeye sahip olmuş ama “bizi en hale getirdiler” deyip de şikâyetler savuruyor, beğenmiyor.

“Yani? Ne demek istiyorsun?” diye düşünenler olacaktır. Söyleyeyim. Ya da en azından söylemeye çalışayım. Bazı şeylere sabretmek kolay oluyor kâri. Aslında daha doğru söylemek için tahammül etmek kelimesini kullanmalıyım. Zira tahammül ile sabır aynı şeyler değil. Sabrın bir asaleti var, tahammül ise bir yük. Ki “hamal” kelimesiyle aynı kökten gelmesi boşuna değil. Ben, kendimce kadir kıymet bilmeyen, nimetin hatırını gözetmeyenlere en fazla tahammül edebiliyorum. Ve bunun bir adı var elbette; nankörlük…

Nankörlük bence onulmaz ve çaresiz bir illet. Damarına girdi mi insanın öyle kolay kolay bırakıp da gitmiyor. Bütün bir vicdanı köreltiyor ama yetmiyor. Kendine el uzatanı, elinden tutanı, yanında duranı, destek olanı hatta onu kollayıp koruyup doyuranı bile görmüyor gözü insanın. Aslında manası da oradan geliyor. Farsça iki kelimenin birleşmesiyle oluşmuş bir kelime nankör. Nan, ekmek manasına geliyor; kör ne demek zaten oldukça açık. Yani kendine verilen ekmeği görmeyene, bilmeyene nankör deniyor.

Açık söylemek lazım; biz bu son zamanlarda çok zenginleştik. Çok kazandık hem de çok fazla kazandık. Sadece para, mal mülkten bahsetmiyorum. Daha fazlasını kazandık. Ama bu bir imtihansa eğer ve bence elbette bir imtihan, kalmadıysak da bu imtihanda geçer not da olamadık. Ve yine de şikâyetçiyiz.

Daha önce de dert edindim aslında bunu ve yazdım da;

“Bizler, kabul edelim ki zor zamanların çocuklarıyız. Elbette daha evvelkilerin derdi de onlar için böyledir ama benim bahsini açmaya çalıştığım başka bir mevzu. Tam da içinde olduğumuz bu zaman zifiri karanlık bir gecenin ardından güneşin ufuktan doğduğu zaman gibi. Otuz yaşının üzerinde olanlar geceyi de hatırlıyorlar ve bu gecelerde çekilen çileleri de Ama daha o yaşlara gelmemiş olanlar ve hatta on beş yirmi beş yaş arasında olanlar için çileler çekilmiş, karanlık bitmiş ve gecenin gamını derdini yaşayanlar göçüp gitmişler de günü bize bırakmış gibiler. Zira yıllarca çilesi çekilmiş, hayali kurulmuş, rüyası görülmüş günleri bizler yaşıyoruz.”

Ama sorum şu şimdi;