7 Haziran seçimleri hem ülke için hem de siyasi partiler için çok çok önemli. Bu sebeple hemen hepsi ‘kader seçimi’ ifadesini kullandı meydanlarda. Liderler buna vurgu yaparak meydanlarda halka hitap etti, onlardan sandığa gitmelerini ve oylarını kullanmalarını istedi.
Bu aslında yeni bir şey değil. Daha önceki seçimlerin de bir şekilde kendisine has bir önemi, stratejik özellikleri vardı. 30 Mart yerel seçimleri ya da cumhurbaşkanlığı seçimi de öyleydi hakeza. O tarihlerin ‘mühim’ gelişmeleri, bu seçimi olduğu gibi bundan öncekileri de önemli kıldı.
Şimdi, son on gün, bir hafta derken, işte o kavşağa geldik. Önemli gün yarın, herkes sandığa gidip vatandaşlık görevini yerine getirecek ve oyunu kullanacak. Tercihlerini sandıkta belirleyerek, ‘bizi yönetmenizi istiyoruz’ ya da ‘istemiyoruz’ mesajını verecek. Daha sonra herşey, olağan akışı içinde gerçekleşecek. Yeni bir Meclis, yeni bir hükümet, yeni bir dönem…
Peki, 8 Haziran’dan sonra ne olacak. Seçim ortamının agresif üslubunu bir kenara bırakıp, artık herkesin kendine dönmesi gerekiyor. Burada her kesim için, her siyasi parti için, kendine bir çeki düzen verme ve ‘fabrika ayarlarına dönüş’ şart.
AK Parti için bu ne anlama geliyor? 12 yıldır hükümette olan ve belki öncesinde hayal bile edilmeyen değişiklikleri gerçekleştiren, özgürlük ortamlarını genişleten, başörtüsü sorunu diye birşeyi tarihin çöplüğüne gömen AK Parti’nin, bu ve benzer onlarca iyi ve olumlu icraatının önüne de geçerek yeni kazanımlar için çalışması gerekiyor. Herkes bunun için onlarca madde söyleyebilir elbet. Çözüm Süreci’nin başarıyla tamamlanması, Aleviler, Ermeniler, azınlıklar, hak-hukuk talepleri olan tüm kesimlerin sesini duyarak, bunlara çözümler bulması örneğin. Eğitimde, sağlıkta, sosyal güvenlikte yaptığı reformları daha ileri taşıması, ekonomik olarak ülkeye kazanımlarını devam ettirmesi…
CHP, bu seçimlerde bir nebze olsun, halkla bütünleşmeye, onun dilinden konuşmaya çalıştı. ‘Laiklik’ kavramına vurgu yapmadı, daha önce olduğu gibi ‘din devleti’ veya ‘şeriat geliyor’ saçmalıklarına sığınmadı. ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ sloganlarını da duymadık meydanlarda. Ancak, eksikleri, hataları tekrarlamamak, ileri bir atılım için yeterli değil elbet. Siyaset yaptığı bu topraklarda yaşayan halkla, kapı komşusuyla, mahalle bakkalıyla, manavıyla daha yakın ve anlamaya-anlaşılmaya dayalı bir dil geliştirebilir. Seçim meydanlarında çok rağbet bulan ekonomik vaatlerini de rafa kaldırmaması lazım tabi ki.
MHP, son yılların görünür ve aslında en görünmez partisi. Geliştirdiği iyi politikalar, örneğin kitlesini sokağa döküp, çatışma ortamlarına fırsat vermediği için takdir edilebilir. Ancak, milli ve manevi değerler derken bunun içini doldurmak için hiç uğraşmaması, buna uygun politikalar üretmemesi elbet eleştirilir. Ülkücü hareketin temsilcisi olarak bilinen partiden, bu toprağın yerli, milli ve manevi değerlerine biraz daha sahip çıkması, örneğin Bayırbucak Türkmenlerine giden yardım TIR’larını eleştirmemesi gerekirdi. Onun da Anadolu’nun geniş kitleleriyle yeniden kucaklaşması için geçmişe dönüp bir muhasebe yapması gerekiyor.
Ve ‘Türkiye partisi’ olma iddiasındaki HDP, bu çerçevede seçimlerden önce ciddi bir varlık gösteremedi. Bir taraftan Türkiye partisi olmaya, legal siyaset anlamında güçlenmeye çalışırken, diğer taraftan doğu ve güneydoğu bölgelerinde seçim kampanyalarına örgütten sızmalar olması bu iddiayı bir hayli zayıflattı. CHP öykünmesi, beyaz Türklere çakılan selam ve Anadolu insanının kültürel değerleriyle örtüşmeyen bir ülsup ve söylem geliştirmesi de sıkıntılıydı. HDP’nin başta dindar Kürtler olmak üzere bu ülkenin insanıyla yeniden barışması gerekiyor. Çözüm Süreci’nin takipçisi olurken, Karadeniz’in de Ege’nin de sorunlarıyla hemhal olması, onlara uygun politikalar da üretmesi beklenir.