Evladı Fatihan yadigarı: Makedonya

Abone Ol

Üsküp ki Yıldırım Beyazıd Han diyârıdır

Evlâd-ı fâtihâna onun yâdigârıdır

Fîruze kubbelerle bizim şehrimizdi o

Yalnız bizimdi, çehre ve rûhiyle bizdi o

Üsküp ki Şar Dağı’nda devâmıydı Bursa’nın

Bir lâle bahçesiydi dökülmüş temiz kanın

Yahya Kemal

BİZDEN ÖNCE OSMANLI OLANLARIN ÜLKESİ: MAKEDONYA

Meriç Nehrini geçtikten sonra yeşil Balkan coğrafyası başlar. Balkanları en iyi keşfetmenin yolu kara yoluyla yapılan gezilerdir. Biz de öyle yapıyoruz. İstanbul’dan Üsküp 800 km. Uçakla yaklaşık bir saat. Yunanistan’dan sonra Makedonya topraklarına giriyoruz. Girişimiz biraz zor oluyor. Arabamızda bulunan hediyelik eşyalar Makedon polisi için sorun teşkil ediyor.

Osmanlı’yı iyi anlayabilmek için mutlaka Balkanlar görülmeli. Balkanlarda en çok Osmanlı eseri Makedonya’da bulunuyor. Makedonya’nın hangi şehrine gitseniz Osmanlı’nın şaheserleriyle karşılanırsınız. Camiler, kaleler, medreseler, birer sanat harikasıdır. Sadece resmî kurumlar değil, çarşılar, çeşmeler, evler medeniyetimizin incileridir. Üsküp, Kalkandelen, Manastır, Ohri… Bütün şehirler Osmanlı’nın izini taşıyor. Balkanlara gidecekseniz bahar ayları ideal. Makedonya yeşil coğrafyasıyla bahar aylarında bir başka güzellikte.

Makedonya 500 yıl kadar Osmanlı egemenliğinde kaldı. Makedonya İstanbul’dan önce Osmanlı toprağı oldu. 1392’de Üsküp Yiğit Paşa tarafından fethedildi. İstanbullu olduğunuzu söyleyince şu cevabı alırsınız: “Biz sizden çok önce Osmanlı olduk. Öyle bize göçmen gözüyle bakmayın.”

Makedonya Osmanlı’dan sonra Yugoslavya devletinin bir parçası oldu. Doksanlı yıllarda Yugoslavya’nın dağılmasıyla bağımsızlığını kazandı. İki buçuk milyon nüfusuyla farklı etnik unsurları bünyesinde barındırıyor. Büyük çoğunluğu Makedonlar olmak üzere Arnavutlar, Türkler, Boşnaklar da yaşıyor Makedonya’da.

Başkent Üsküp tam bir Osmanlı şehri. Üsküp Balkanlardaki Bursa. Kaleden bakınca çok zarif bir görünüm arz ediyor. Şehrin ortasından Varna Nehri geçiyor. Nehir şehri ikiye ayırıyor. Varna Nehrinin bir tarafı yeni, diğer tarafı eski Üsküp. Yeni Üsküp modern görünümlü ve burada daha çok Hıristiyanlar yaşıyor. Eski Üsküp tam bir Osmanlı şehri; çarşı, dükkânlar, camiler, medreseler, çeşmeler inci gibi birbirini tamamlıyor. Bilmem yanılıyor muyum: Yugoslavya devleti, Bulgarlara ve Yunanlılara nazaran tarihe daha saygılı imiş. Yugoslavya coğrafyasında daha fazla tarihî eser var. Kalenin arka tarafında Balkan Üniversitesi var. Osmanlı döneminde Üsküp’ün idare binası imiş. Yıllar sonra yine Türkler tarafından kurulan üniversitenin merkezi bu binalarda.

Varna Nehrinin üzerinde Fatih Köprüsü tarihin nöbetini tutuyor. Kemerli bir Osmanlı köprüsü. Gece ışıklandırılınca daha da zarif bir hal alıyor. Bu tarihî köprü iki dünyayı birbirinden ayırıyor. Şehrin bir tarafında geleneksel bir kent, diğer tarafta modern bir kent. Hangisini tercih edersiniz diye sorarsanız hiç tereddüt etmeden gelenekseli alayım, modern sizin olsun derim. Bunu bir Müslüman Türk sıfatıyla söylemiyorum. Siz de gidince bu farkı yaşayacaksınız.

Köprünün yeni şehir tarafında konser hazırlıkları yapılıyor. Gözlerinden ateş fışkıran gençler meydana toplanıyor. Gençliğin heyecanına saygı duyuyorum, ancak aşırılıkları anlamakta zorluk çekiyorum. Biraz aralarında dolaşıyorum, davranışlarını gözlüyorum. Sonra huzursuzluğum artınca tarihî köprünün maneviyatına sığınıyor, hızla o bölgeden uzaklaşıyorum.

Tarihi çarşıya giriyorum. Biraz önceki şoktan sonra burası huzur limanı. Dükkânlar açık. Bazı esnaflar sokak aralarında sohbet ediyorlar. Bu yüzler bana hiç yabancı gelmiyor. Selâm veriyorum, büyük bir mutlulukla selâmımı alıyorlar. Tabii Türk olduğumu anlayınca başlıyorlar Türkçe konuşmaya, hal hatır sormaya. İstanbul’a defalarca geldiklerini, çok sayıda akrabalarının İstanbul’da, Bursa’da yaşadığını belirtiyorlar. Dükkân sahiplerinin Türk ve Arnavut olduğunu söylüyorlar. Daha neler anlatacaklar, ama benim vaktim sınırlı; izin isteyip ayrılıyorum. Çarşının tam ortasında, önünde çeşmesi ile Merkez Camii tarihe meydan okuyor adeta. Bu çarşıda yürürken iki katlı dükkânların arasından tarihin derinliklerine yolculuk yapıyorum. Çarşıda sizi sadece tarih çağırmaz; köftelerin güzel kokusu da her an yolunuzu keser.

Üsküp’ün görünümüne şekil veren eserlerin başında camiler ve minareler geliyor. Sultan Murat Camii’nin avlusunda bulunan saat kulesinden bakınca Sinan tarzı camii ve minareler Üsküp’e kimlik katıyor. Bir taraftan Üsküp’ü seyrederken diğer taraftan müezzinle millî, manevî konuların yanı sıra tarih sohbetini koyulaştırıyoruz. Vodno Dağına yapılan 60 metre yüksekliğindeki haça rağmen bu mütevazı eserler adeta kültür ve medeniyet dersi veriyorlar.

Cuma namazını Sultan Murat Camii’nde büyük bir cemaatle kılıyoruz. Bu cami Sultan Murat tarafından 1436 yılında yaptırılmış. Aynı bölgede İsa Bey Camii ve türbesi bulunuyor. Ayrıca Mustafa Paşa Camii, Yahya Paşa Camileri Üsküplüler kadar ümmeti de saflarında cemaat olmaya davet ediyor.

Tarihî hanlar da görülmeye değer: Kurşunlu Han, Kapan Han, Sulu Han. Bu hanlar tarih boyunca nice misafirlere ev sahipliği yaptı. Odaları nice hatıralar taşıyordur kim bilir?

Üsküp’teki Müslümanlar oldukça örgütlü durumdalar. Dernekler, vakıflar millî ve manevî değerleri canlı tutmak için çaba sarf ediyorlar.

KALKANDELEN

Makedonya’da görülmesi gereken yerlerin başında Kalkandelen (Tetova) geliyor. Bu şehirde iki mekân mutlaka görülmeli. Birisi Alaca Cami, diğeri Harabati Tekkesi. Alaca Cami, isminden de anlaşılacağı üzere, parça parça desenlerle süslenmiş küçük bir cami. Bu cami yeşil bir bahçenin içinde bulunuyor. Bahçede ayrıca bu camiyi yaptıran iki kız kardeşin, Hurşide ve Mensure’nin türbesi var. Caminin içi de dışı kadar güzel. Son cemaat yerinin üzerinde küçük bir mahfili var. Camiye girdiğimizde yukarıdan cıvıl cıvıl Kur’an sesleri geliyordu. Yukarı çıktığımızda ömrünü Kur’an öğretmeye adamış bir yaşlı hocaefendi 20 ila 30 arasında çocuğa ders veriyordu. Bu güzel tablo beni duygulandırdı. Hocanın yanına oturarak bir süre bu manevî tabloyu izledim. Sonra camiin içine girdim. Orada da büyük desenli tablolar camiyi süslüyor.

Alaca Cami gibi Harabati Tekkesi de orijinal bir mekân. Surlarla çevrili büyük bir bahçenin içinde camii, tekkesi, aşevi, şadırvanı, çeşmesi ve sosyal alanlarıyla çok güzel bir yer. Tekkeye tarihî bir kapıdan giriliyor. Bahçenin ortasında çardak tarzında divan gibi bir dinlenme yeri var.

MANASTIR

Manastır Makedonya’nın ikinci büyük şehri. Manastır bizim tarihimizde de önemli bir yer tutar. Osmanlının yıkılış döneminde önemli merkezlerden birisidir. Mustafa Kemal, Enver Paşa burada Askeri İdadi’de eğitim gördüler. Biraz eskimiş tarihi binayı geziyoruz. Arkadaşların ısrarlarını dayanamayarak açılan hatıra defterini imzalıyorum. Manastır İttihat ve Terakki Partisi’nin önemli merkezlerinden birisi idi.

Askerî okuldan çıktıktan sonra şehrin merkezine doğru yürüyoruz. Geniş bir cadde, iki tarafta çok yüksek olmayan tarihî binalar. Cadde çok kalabalık, sanki Manastır’ın bütün gençleri görücüye çıkmış gibi. Caddenin sonunda merkezde bir cami ve saat kulesi var. Yeni Cami ibadete kapalı; resim galerisi olarak kullanılıyor. Camiin bir kilise üzerine kurulduğu düşünülerek içinde kazı yapılıyor. Evliya Çelebi Manastır’da 70 kadar camiin olduğunu yazıyor. Bunlardan bir ikisi hariç ortada bir şey kalmamış. Kalanlar arasında İshak Paşa Camii ve Saat Kulesi ayakta duruyor.

OHRİ

Ohri, Ohri Gölünün kenarında kurulmuş tarihî evleriyle güzel bir şehir. Sabah erkenden göl kenarında yürüyoruz. Birkaç heykel dikkatimi çekiyor. Kiril Alfabesini bulan Kiril’in, Metodius, Naum ve Kliment heykelleri bunlar. Osmanlı döneminden kalma evler bu şehrin siluetini belirliyor.

Akşam Ohri Gölünün doğduğu ağaçlarla kaplı derin bir vadide alabalık yiyoruz. Ohri’nin alabalığı meşhur. Yemekten sonra Makedonyalı Türk arkadaşlarla eski zamanlar üzerine sohbet ediyoruz.

Ertesi gün sabah namazında Halveti Tekkesine gidiyoruz. Namazdan sonra zikre katılıyoruz. Daha sonra şeyh efendi ve arkadaşlarla millî ve manevî değerler üzerine konuşmalar yapıyoruz.

Makedonya’da görülecek daha çok yer var. Tarihimizi, özellikle Osmanlı tarihini Makedonya’sız düşünmek mümkün değil. Kültürümüzün nadir eserlerini yakından görmek için Makedonya’ya birkaç gün ayırmak gerek.

Unutmayın: Türk şiirinin büyük ustası medeniyet şairi Yahya Kemal Makedonyalıdır.