Başarılı bir banka müdürü tanıyorum. 20 yıldan beri görev yaptığı her ilde yeni banka şubeleri kurdu. Olumlu tavırlarıyla gittiği şehirdeki iş adamlarının gönlünü kazanıyordu. Başarısı amirlerinin dikkatinden kaçmıyordu. Terfi ve primlerle taltif ediliyordu.
Geçenlerde bu başarılı banka müdürünü ziyaret ettim. Söz ailesine geldiğinde özlediği mutluluğu yakalayamamaktan dert yandı. Çocuklarını istediği gibi yetiştiremediğinden şikâyet etti. Bu başarılı banka müdürüne bir eğitimci olarak bankacılık kavramlarıyla konuşmam gerektiğine kanaat getirerek şunları söyledim. “Sen başarılı bir bankacısın ve en önemli mesainin mevduat toplamak olduğunu biliyorsun. Çünkü bir bankaya mevduat akışı olmazsa o banka ayakta duramaz. Senin gibi başarılı bir banka müdürü mevduat sahipleriyle iyi ilişkiler kurar ve müşteriye güven verir. Bunu da tatlı dili ve güler yüzü ile mevduat sahiplerinin gönüllerini kazanarak yapar. İhsana meftun olan insanları yüreğinden yakalarsın. Mevduat sahipleri de paralarını senin bankana gönül rahatlığıyla yatırır. Fakat unutmayalım ki senin gönlünü kazanıp elinde tutman gereken en büyük mevduatın sahipleri eşin ve çocuklarındır. Bunu da ancak müşteriye davrandığın gibi tatlı dil ve güler yüzle yapabilirsin. Fakat yüzün banka müşterisine karşı bal satarken evinde sirke satarsa evindeki en kıymetli hazine sahiplerinin kalbini kaybedebilirsin.” Banka müdürü söylediklerimi tasdik etti ve bana hak verdi.
Hepimiz toplumda farklı konumlarda ve farklı rollerde bulunuyoruz. Esnaf, sanatkâr, yönetici, akademisyen, pazarlamacı gibi farklı işleri yapıyoruz. Bu işlerimizi yaparken de başarılı olmak için elimizden gelen her şeyi yapıyoruz. Para ve kariyer kazanmak için bütün enerjimizi kullanıyoruz. Evimize, adeta sıkılmış bir limon gibi bütün enerjimizi tüketmiş olarak dönüyoruz. Evimizdeki hane halkını da zaman zaman çantada keklik olarak görüp hor görebiliyoruz. Dışarda şefkatli iken evimizde haşmetli olabiliyoruz.
Ev aile üyeleri için sığınılacak bir liman gibidir. Fırtınalardan ve azgın dalgalardan kaçan gemilerin dalgakıranların ardına sığındığı gibi aile üyeleri de evine sığınır. Okyanusların dalgaları gibi sosyal hayatın da azgın dalgaları vardır. Bu dalgalar her insanı şaşırtabilir ve batırabilir. Şaşıran insanın yolunu bulduracak deniz feneri ailedir. Limana sığınan gemicilerin ısındığı, doyduğu ve dinlendiği gibi evine sığınan aile üyeleri de burada huzura ermelidir. Aile üyeleri birbirinin en şefkatli arkadaşı ve yoldaşı olmalıdır.
Her bir aile üyesi aradığı huzuru dışarıda değil evinde aramalıdır. Mutluluk parada, şan ve şöhrette, makamda mevkide değil ailededir. Başta anne ve baba olmak üzere aklıselim her bir aile ferdi yuvasındaki elmasları keşfetmelidir. Canlı elmaslar ailemizdedir. Elmas avcıları ise her yerde fırsat kollamaktadır. Aile içerisinde tatmin edilmeyen her ihtiyacı cömert bir şekilde sunan avcılar dışarıda salyasını akıtarak beklemektedir.
Sabah evinden çıkan hiçbir aile ferdi aç karnına çıkmamalıdır. Çünkü gözü ya simitçide, ya şıracıda ya da bozacıda olur. Evinden sevgi açlığıyla, takdir edilme arzusuyla, teselli edilme isteğiyle ve kalbi kırık bir şekilde çıkan her bir aile üyesini dışarıda bekleyen gönüllü avcılar vardır. Bu tehlikelerden kurtulmanın yegâne çaresi aile üyelerinin birbirlerini maddi ve manevi yönden tamamen tatmin etmesinde gizlidir.
Aile üyeleri birbirleri için adeta birer güvenlik çemberi olmalıdır. Bir gökdelene benzetebileceğimiz ailenin zirvesinden düşen bir çocuk alt kattaki dedesinin ve nenesinin kollarından oluşan güvenlik çemberine düşerdi. Şimdi çekirdek aileler halinde yaşadığımız için bu güvenlik çemberlerini maalesef kaybettik.
Anne ve babanın en önemli sorumluluğu, sağlam aile bağları ve güçlü komşuluk ilişkileri kurmaktır. Aile üyeleri birbirlerinin mücevher gibi kalplerini şefkatle, sabırla ve güler yüzle kazanmalıdır.