Önce hakikati ikrar edelim. Mülk Allah’ındır. Başkasının zerremizde zerre emeği yoktur. Hiçbir ‘büyük’ kurumun bir ân’ımızı bir sonraki ân’ımıza ekleyecek mecali yoktur. Bundan eminiz. (“Eminiz” diyorum; dikkat! İnanıyor değiliz. Zannediyor değiliz; eminiz! İman, emin olmaktır, inanmaktan fazlasıdır.)
İkinci hakikati de ikrar edelim: Mülk kiminse yetki onundur. Bir erkeği bir kadına helal etme yetkisi erkeğin ve kadının kalıplarının ve kalplerinin sahibine aittir; başka kimseyle bölüşülesi değildir.
Bir kadınla bir erkeği aşılamak, yani ‘nikâhlamak’ Allah’ın elindedir. Haram ve helalin belirleyicisi ancak mülkün sahibidir. Hayrı ve şerri takdir edecek O’dur. Güzeli ve çirkini belirleyen O’dur. Varoluşsal bir örnek üzerinden ilerleyelim. Mülkün sahibi mülkünde dilediğince tasarruf eder. Bu gerçeği, Mâlik ve Melîk isimlerinin farkı ortaya koyar. Meselâ, ateşin ve taşın Mâliki, ateşin ve taşın Melîk’idir de. Malik olduğunun tüm özelliklerini belirler Melîk. Ateşe yakıcılığını bahşeder, taşa katılığını verir. Dilerse ateşi serin ve selametli eyler. (Bakınız: İbrahim Aleyhisselam) Dilerse, taşı yumuşatır. (Bakınız: Mûsa Âleyhisselam) Ateş yakmaya yetkili değildir, yakıcılık ateşe sadece emanettir. Taşın katılığı taşa ait değildir, borçtur. Ateşi serin ve selim etme yetkisi İbrahim’de[as] değildir. Taşı yumuşatmak da Mûsa’nın[as] âsasının marifeti değildir. İbrahim de Mûsa da sadece şahittir; sahip değildir.
Birbirine haram olan bir kadını ve bir erkeği birbirine helal etmek mülk sahibinin yetkisindedir; Allah’ındır. İmamın marifeti değildir helal etmek. Müftünün makamıyla kavileşmez helal etme yetkisi. Nikâh memuru da, belediye başkanı da devleti temsil eder. Bir kadını, çalışma izni olduğu sürece, cinsel yolla bulaşan bir hastalık ihtimalinin denetlenmesi şartıyla, bir günde birden çok erkeğe ‘helal’ eden laik devletin ağzına yakışmaz ‘sizi karı-koca ilan ediyorum!” demek. Meşruiyet kaynağını ‘devlet’ olarak bilenler ve bu cümleyi devletin ağzından duymak için ilave masraf edenler iyi bilsin ki, ilkesel olarak, devletin öbür türlü meşrulaştırmalarını da onaylıyorlar. Oysa devlet size ‘ilan etme’ yükümlülüğü getirmiyor; meşruiyet niyetinizi, şahitlerinizle beraber gelerek, sessizce kâğıt üstüne kaydetme hizmeti veriyor. İlan edeceğiniz asıl nikâh, sırf küçümsemek ve marjinalleştirmek için ‘imam nikâhı’ diye adlandırılan Allah’ın huzurunda kalbinizin niyetini ortaya koyduğunuz nikâhtır. Devletin yapacağı iyilik sadece ‘sözleşme’dir, ‘senetleşme’dir.
Bedeninin mülkünün Allah’a ait olduğundan emin olan kadınlar ve erkekler, nikâhlarını Allah’ın izniyle gerçekleştirir. Kalplerindeki imandan yetki alırlar, niyetleri sayesinde haramdan helale geçmeyi umarlar. Niyet ki, kulun Allah karşısında kendi yerini belli ettiği, itiraf ettiği andır. Haddini bilmesidir. Nikâhın geçerliliği imamdan kaynaklanmaz ki, ‘imam nikâhı’ diye bir şey olsun! “İman nikâhı” vardır. Mutlak “nikâh” diye adlandırılacak olan da sadece budur. İman etmek, iman edenlere şahit olmak imamların tekelinde değildir. Niyeti sağlam, Allah’a karşı sorumlu olan her mümin, istediği anda, istediği yerde, istediği şahitlerle, istediği makamda nikâhlanır. Birbirlerine bir sebeple haram olanları, birbirleriyle geçici bir süre bir arada olmaya kalkanları, niyeti bozuk olanları, bin imam da gelse, birbirine helal edemez.
Bakın; “Müftülere de nikâh yetkisi verilecek!” sözü bile yetkinin kaynağını devlet olarak tayin ediyor. Nikâhın kaynağını, haramı helal etme kudretini devlete veriyor. Değişen bir şey yok. Laikliğin tehlikeye girmesinden korkanların korkusu yersiz…
Asıl tehlikeli olan Yaratıcı’ya ait yetkiyi devletin ç/almaya kalkmasıdır. Belediye de kıysa, müftülük de kıysa, haramı helal etme yetkisinin devlete ait olduğu hükmünden hareket ediliyor. Devlet, sözüm ona laik olmak adına, Allah’a ait yetkiyi kendi üzerine alıyor. Laiklik, devletin dine karışmaması iken, bu durumda, devlet dinin kendisi olmaya yelteniyor. Laiklik zaten yok olup gitmiş, farkında mısınız?
Peki ne yapmalı devlet? Hizmet etmeli. Milletin kurduğu devlet, milletinin nikâhını kıyan değil, milletinin kıyılmış nikâhına hakem olmalı, kefil olmalı, şahit olmalı.
Bakara 282’ye bakalım. Kur’ân’ın bir sayfa uzunluğundaki en uzun ayeti. “Müdayene” ayeti. “Borçlanma ayeti” yani. İman edenlerin birbirine borç vermesinin ilkelerini anlatıyor. Beşeri düzlemdeki en yaygın uygulamanın dikey düzlemdeki karşılığını hatırlatıyor. Kul ile Allah arasındaki hukuku, kul-kul hukuku olarak detaylandırıyor. “Ey iman edenler…” diye başlıyor söze. “Ey mülkün Allah’a ait olduğundan emin olanlar…” diye açıyor sözü. İki insanı birbirine borçlu-alacaklı olarak belirleyenin Allah olduğunu hatırlatıyor. Beşerî hukukun kaynağını Allah’a iman olarak belirliyor. İman edenlerin borçluluk şuurunun temeli, borcu Allah’tan aldıklarına dair imanlarıdır. Zira borç veren de, borç alan da Allah’tan aldığı borcu verir. Çek koçanında da senet kâğıdında da kimseyi kimseye borçlu kılma yetkisi yoktur. Ayete göre, çek, senet ya da noter sözleşmesi ‘adil bir katib’in belgesidir. “Yazın…” diyor ayette. İlle de “Kaydedin!” diyor. “Yaşadığınız hukuk zemininde, birbirinize imanınızdan kaynaklanan haklarınızın zabtını tutun!” diyor. “Üzerinde mutabık kaldığınız yasalar üzerinden birbirinize karşı yükümlülüklerinizi yazdırın. Hakeminiz olsun şahitler!” “Keyfi niyetlere bağlamayın akdinizi.” “Kolayca inkâr edilebilecek vaatlere bağlamayın nikâhınızı!” “Niyetiniz asil çekirdeğini senetleşme ile çerçeveleyin.”
Müftü ya da belediye nikâh memuru, fark etmez, devlet memuruna, sadece, ‘katib-i adil’ olmak düşer. Varlığının Allah’ın mülkü olduğundan emin olanların, Allah’ın izniyle birbirlerine helal olma niyetini kayıt alır devlet. ‘İzin verme’ yetkisini almaz üzerine. ‘Helal etme’ iddiasında bulunmaz.
Kendisini ve eşini Allah’ın mülkü bilen biri, “Ben de sizi karı-koca ilan ediyorum” sözünü devlet memurundan duymaya muhtaç değildir. “Helal olsun!” sözünü kalbinin derininden duyar. “Helal olasın!” ilanını ruhunun fısıltısına katar. Her an nikâh tazeler. Her an yeniden akitleşir.
Evet, Allah’a ait yetkiyi, -bir de müftü üzerinden- devlete devretmek laikliğe aykırıdır. Ama müftüler de ayetin emrince ‘katib-ı âdil’ olabilmeli. Yakışır…