Eûzü billâhi mineş-şeytânirracîm

Abone Ol

İnsan düşmanı, doğa düşmanı, kendinden başkasını düşünmeyen, kötü niyetli, cahil, zararlı, utanmaz ve rezil adamlardan biri, Aydos Ormanları’na kamyonla kaçak girip ağaçların arasına hafriyat dökmüş. Bu olaydan gazetecilerin haberi olmuş ve kameraları alıp ormana gitmişler. Beton parçaları ve paslı demirlerin döküldüğü yerde ormana piknik yapmaya gelmiş vatandaşlara da şahit oldukları bu rezilliği soruyorlar.

Vatandaşların konuşmasını duymanız lazım. Aman Ya Rabbi ne mükemmel insanlar. Hepsi doğa dostu, hepsi çok bilinçli ve üstelik hepsi kendinden çok başkasını düşünüyor. Çok üzülmüşler hafriyatın oraya dökülmesine, kahrolmuşlar neredeyse ağaçlara sarılıp ağlayacaklar. Hafriyat döken gözü dönmüş inşaatçıları eleştirdiler, sistemi eleştirdiler, cezalar yetersiz dediler, “Kamera koyulması lazım” ve “Cezaların artması lazım” diye çözüm önerileri de oldu. Sonra kamera bu konulan piknikçilerin oturdukları yerlere yöneldi. Ne gördük dersiniz? Eleştirdikleri hafriyattan daha fazla çöp vardı etrafta; biraz önce kameralara atıp tutan örnek vatandaşların attıkları çöpler. Pet şişeler, çocuk bezleri, meşrubat kutuları, poşetler, mangal kömürleri, içki şişeleri… Sonra çöplüğe dönüştürdükleri ormanın içinden gelen piknikçiler kameralara kaçak hafriyat döken kamyonları eleştirdiler. Aslında mesele şu: Oraya o hafriyatı döken kamyoncu aramıza özel olarak serpilmiş kötü bir adam değil, piknik alanında hafriyatı görünce üzülen piknikçilerden biri.

Hadi numara yapmayalım ve gerçeği olduğu gibi söyleyelim, o kamyoncu bizden biri. Cezaların yetersizliğinden yakınan ve “Halk cahil” diyen bir hanımefendi vardı orada…

Ben eminim, o kamyonu alın o hanıma verin o da gelir aynı yere aynı hafriyatı döker. Döker, döktükten sonra üstüne bir de “Bizde sistem yok, Avrupa’da hiç böyle değil” diyerek kendini haklı çıkaracak açıklama bile yapar. Çünkü kameralara konuşmadan az önce içindeki yaprak sarmalar biten plastik dondurma kutusunu ağaçların arasına fırlatıp geldi kameraların yanına.

Niye böyle oluyor, niye böyleyiz biz?

Çünkü şeytanın bizim yakınımızda olduğunu hesaba katmıyoruz. Şeytan hep başkasıyla uğraşıyor zannediyoruz. Eûzü besmelenin kıymetinin, öneminin, gerekliliğinin farkında değiliz. Şeytandan korkup Allah’a (c.c.) sığınmıyoruz. “Eûzü billâhi mineş-şeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm.” demiyoruz. Yani, kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınmıyoruz.

Hâlbuki her gün, her an şeytanın şerrinden Allah’a sığınmalıyız. “Şeytanın şerri nedir” konusunu doğru anlamalıyız. Şeytanın şerri deyince depremler, püsküren yanardağlar ya da sel gibi afetler aklınıza geliyorsa yanılmışsınız ve trajik bir aldatmacayla tuzağa düşmüşsünüz demektir. Şeytan böyle şeyler yapmaz yapamaz. Şeytan aklımızla oynar ve sadece orada var olabilir. Rüzgârda savrulan kuru bir yaprağı bile zerreyi miskal yerinden oynatamaz ama aklımızda fırtınalar estirip kalbimizde afetler meydana getirebilir.

Tam bu noktada şunları hatırlatıyor bize büyükler:

Şeytan sabırlıdır.

Sürekli aynı yerde, aynı konuda, aynı vesveseleri üfleyebilir ve bunu ta ki hakikati saptırana kadar, sabırla yıllarca bir insan ömründen kat kat uzun asırlar boyunca yapabilir.

Şeytan tecrübelidir.

İlk insandan bugüne kadar bütün insanları görmüş olan şeytan, insanın zaaflarına, zayıflıklarına ve nasıl dönüştüğüne şahittir. Bu bilgisi ilmen yakin değil aynel yakindir üstelik. Yani bir yerden duymamış, bir öğretmenden öğrenmemiştir; bizzat şahittir. Kıymete kadar mühleti olan şeytan insanlar konusunda gerçekten tehlikeli düzeyde tecrübelidir.

Şeytan bilgilidir.

Şeytan batıni ve zahiri ilimlerin hepsinde bütün insanlardan daha çok bilgi sahibidir.

Kendisi hakikati inkâr eden değil, bizzat hakikati bilen ama onu saptırandır.

Şeytan insandan nefret eder ve aşağılar.

Şeytanın bir davası vardır.Kovulmadan önce insanların “yetersiz ve kötü” olduğunu iddia etmiştir ve iddiasını ispatlamak için kıyamete kadar mühlet almıştır. Şeytan her gün, her an bıkmadan, yorulmadan, pes etmeden ve yolundan dönmeden, insanın kötü olduğunu, yetersiz olduğunu, yalancı olduğunu ve Allah’a kulluğu hak etmeyecek kadar aşağı olduğunu ispatlamak için çalışır.

Şimdi biz neyimize güveniyoruz da böyle olan bir şeytanın şerrinden korkmuyoruz. Aklımıza gelip, dilimizden dökülen ve ellerimizden saçılan bütün o fenalıkların kaynağının bizzat şeytan olduğunu fark etmemek için insanın kendisini şeytandan korunaklı zannetmesinden başka bir ahmaklık benim aklıma gelmiyor. Muhterem bir büyüğümüzün dediği gibi; “Bizim anamızdan babamızdan daha merhametli olan Allah’a kulluk edip ona sığınmaktan başka çaremiz yok…”