“Eskiler sözü edeb ile söylerdi”… Çoğumuzun lise yıllarında bir edebiyat dersinde veya yıllanmış bir dost sohbetinde duyduğu sözdür bu. “Eskiye özenmek” bir çokların burun kıvıracağı bir mevzu olsa da üzerinde durup düşünmek gerek. Yalnız bahsettiğim şey “eskiyi özlemek” değil. Çünkü eskiyi, daha doğrusu eski günleri özleyen çok var aramızda.
Neyse, tekrar dönelim konumuza. “Eskiler sözü edeb ile söylerdi” çünkü sözün bir kıymet hükmü vardı onların ruh dünyalarında. Kalbin ve aklın levhasında mayalanan her türden düşüncenin bir ruh inşa ettiğini bilirlerdi. Bu ruhun dışarıdaki yansımasının hatta ta kendisinin ağızdan çıkan harflerle örülü kelimeler ve kelimelerle perçinlenmiş cümleler olduğunun şuurundaydılar. Yani konuşmak onlar için tam bir şuur haliydi. Şuursuzluklarını dışa vurmaktan korkar, belki de en çok bunun için susarlardı ve sırf bu sebepten gerekirse bütün bir ömür susmayı tercih ederlerdi.
Onların sudan meseleleri olmazdı. Her sözü hikmetiyle söylerlerdi. Kalbin terennümüne dönüşen cümleler, toprağa düşen bir tohum gibi bir başka zihinde filizlenir, boy verir ve gün gelir bir tek sözden devşirilen asırlık bir çınara dönüşürdü. Sözün sahipleri ise bunaldığı her vakit o çınarın gölgesinde serinler ve güzel bir dostun yürek kafesinde soluk alır gibi nefeslenirlerdi.
Şimdilerdeki gençlerin, yaşın getirdiği fütursuzlukla içine düştükleri küfür ve argo konuşmanın ne türden bir felaket olduğunu iyi bilirlerdi. Bir dil yangınında can evinde saklı tuttuğu varını yoğunu yitireceğinin yani erdeme dair biriktirdiği her ne varsa hemen her şeyin o anın içinde kül olup savuşacağının farkındaydılar.
Öyle ki ağızdan çıkan söz en başta içinde bulunulan anı inşa eder, onarır ve kemale erdirir veyahut o en küçük zaman diliminden başlayarak bir insanın hayatına kast eder gibi koca bir ömrü yakar, yıkar ve eritir. Evet, eritir. Zira ağızdan çıkan kelimeler en önce insanın kendine verdiği kıymettir. İnsan nasıl ki bir alışveriş mağazasında kendine üst baş beğenir, giyeceği kumaşın kalitesine, dokusuna karar verir, renklerinin uyumuna dikkat eder, konuşurken seçeceği kelimeleri de aynı hassasiyet ve özenle seçmelidir. Giyinirken üstüne yakışan elbiseyi tercih eden insan kendisi için bir elbiseden çok daha fazlası olan kelimelerin ağzında nasıl durduğuna dikkat etmelidir. Bunun ne kadar önemli olduğunu hiss-i selim üzere yaşayanlara sormak gerek.
Kelimelerin çevredekilerle olan irtibatı ise daha sonra başlar ve işte burada mahremiyet hakkı devreye girer.
Nasıl mı?
İnsan gözüne ve kulağına çarpanlardan ibarettir. Onun iç dünyasında en çok iz bırakanlar ise duyduğu seslerdir. Anne karnında duyduğu sese olan aşinalığı yüzünden deniz dalgalarının sesi insanın ruhunu okşar.
Peki ya insanın maruz kaldığı kötü söz bir insana ömür boyu ne yapar?
Kulaktan kendine yol bulan bir söz muhatabının gönül aynasına akisler düşürür. İnsanın mahrem dairesine destursuz giren bir kötü söz belki de bir ömür o aynayı temiz tutacağım diye çırpınan bir kalbin üstüne zift döker geçer. Sözün sahibinin bundan haberi bile olmaz. İşte sırf bu vebali üzerine almamak için ve daha birçok güzel erdemi farkında olmadan yitirmemek için; “Eskiler sözü edep ile söylerdi.”