Eski toprak Zerdüştler’den taze İrancılar’a…

Abone Ol

İrancılık, ülkemizde yeni moda bir fırlamalık değil aslında. 100-150 yıl öncesinin edebiyatçılarının, entelektüellerinin dahi girdabına kapıldığı, günümüzde isim değiştirmiş bir “Zerdüşt kompleksi’’

Osmanlı’nın yüz yıllarca kıymet biçmediği Zerdüşt efsanesi, (bir kısım) son Osmanlı ve Cumhuriyet sözde aydınının ‘’desteksiz ruhuna’’ hologram bir destek, yurtsuz kimliğine bâtıl bir sığınak olmuştu. Sebep neydi peki?

Açalım:

Zerdüştlük, bir Ahura Mazda ulviyeti(!) ya da bir Avesta edebiyatından ibaret değildi eski toprak enteller için. Yahut iyi ile kötünün trajikomik savaşı, sapkın bir tanrı-şeytan kapışmasının romantik akisleri de değildi…

Katılın ya da katılmayın: Eskiden nâzımlar, nâsirler yalnızca kelimenin sihirbazları değillerdi. Ekseriya politik yüzlerdi. Onların cenk meydanı jurnaller ve kitaplardı. Velhasıl, Zerdüştlük romantik bir ilham perisi değil; entelektüel çevrelerde sıkça tartışılan ve halka sirayet ettirilen, ana planda kendi insanına kendi dinini unutturacak bir düşünce, bir inanç figürüydü.

Mesele bütünüyle İslam’ı unutturmaktı. İslam’ı unutturmak ve sekülerizm bütünüyle millete mal edilemeyeceği için güdümlenebilir başka inançlar enjekte etmek… Onlar, hakikati put yerine koyduklarından, kendi insanını da ancak başka putlara yönlendirerek ıslah edebileceklerini zannediyorlardı. Çünkü inanç bâbında ıslah edilen bir millet, görünmez bir mandacılığın esareti altına sokulabilirdi.

Yoksa maddeci entelektüel ekolün tüm kalbiyle Pers metafiziğine gönül vermesi mümkün müydü? Doğuyu bütün motifleriyle düşman belleyen Doğulu avangardlar(ımız)ın, Doğu menşeili bir inanç budalalığına muhabbet beslemesi ne kadar kabildi?

Zira Zerdüştlük, yalnızca tekâmül deryası(!) bir felsefe safsatası değildi.

Kabaca, Zerdüştlük parsîlikti. Yani bir bakıma medeniyet kültüydü. Dolayısıyla yüzyıl önceki lokal Zerdüşt mistisizmini siyasetten ayıramayacağımız gibi, bugünün beynelmilel İran/Şia düşüncesini de siyasetten ayrı zikredemeyiz.

Batı, kukla gibi oynatabileceği ‘’kültler’’e dokunmaz. Pers medeniyeti de başlı başına ve engin bir kültür kült’ü olarak, Batı’nın görünmez uzuvlarından biridir. İran, tarih boyunca hiçbir haçlı ordusuna karşı savaşmamıştır. Batı, İran’ı, düşüncesi ve cüzdanı doğrultusunda kullanır.

İran bir kafadır: Batı’nın, Doğu’nun başsız gövdesine yerleştirmek istediği; Doğu şemailinde Batılı bir kafa…

Herkesçe malumdur ki bu gövdenin potansiyel başı; Osmanlı mirası Türkiye’dir. Batı, Türkiye’nin Doğu’yu bütünüyle himaye altına aldığı takdirde çok daha büyük bir güç olacağının bilincindedir. İçimizdeki oryantalistler de bunun farkındadır.

Netice-i kelâm…

Taze tarihin felsefecisi Foucault’nun ihtiyar Platon’dan arakladığı ‘’bilenler yönetmeli’’ mantığından kendine pay biçen yeni nesil ‘’ben bilirim’’cilerin İran sempatisi; yeni değil, atalarından gelme bir reflekstir. Bu refleks hiçbir zaman halkın gerçekten aydınlanmasına hizmet etmez. Aksine, halkı kendileri gibi Batı boyunduruğunda düşündürme ve sahte özgürlük palavralarıyla aldatma amacı taşır.