Ataerkil toplum yapısında kadın, kedine örülen duvarların içine sıkışıp kalmışlığı annelik güdüsü ile onarmıştır. Çocukları için her türlü zorluğa, zorbalığa direnen kadını anlayan, dinleyen az olsa da anneliğin içsel ferahlığı kadını diri tutmuştur.
Tarih boyu kadın genelde iki nedenden dolayı çaresiz… 1- Maddi güç. Alt başlıkta: Namus, töre, gelenekler çizgisi, kız çocuklarına aşırı baskı yaptığı için, ‘kadın’ sabitlenen yaşama rıza göstermek zorunda kalmıştır! Ve katı normlar eğitimde, ekonomide, hukukta kadına bir saha açmaya engel olmuştur. Bir çeşit ruh prangası ile boğuşandır kadın. İyi bir kadın. Baba evinden çıkan kadının adı gelindir. Anadolu’da gelin sabah erkenden kalkar, odun sobasını yakıp çay demler, ekmek pişirir, ahıra gider süt sağar, kayın valide, görümcenin sofrasını hazırlar ve doğru dürüst karnını doyurmadan çocukları ile ilgilenmeye fırsat bulamadan bahçeye gider. Akşam eve sırtında odun ile gelir. O yorgunlukla yemek, bulaşık ve üstelik evdekiler memnun olmamışsa bir de kocasından dayak yer. Bahane çoktur efendim çocuk ağladığında ses olmuştur, ablaya yan gözle bakmıştır, anneye ses yükselmiştir. Adam yumrukla, tekme ile velev ki kadın hamile olsun karısını döver. Bu aşağılık vicdansız insanlar gösterdikleri şiddet ile tatmin olurlar, kendilerini yakınlarına vicdansızlıkları ile ispatlarlar. Savunmasız bir kadını döven erkek olmuştur, evin erkeği! Oysa kendi gözleri önünde annesi babasından dayak yemiştir, içinin bir yanı ezik, yaralıdır. Annesinin hıçkırıklarını unutarak kadına el kaldırabilen merhametsiz bir canlıya dönüşen erkekler, sorunludur.
Bazı bölgelerde halı tezgâhları kurulmuştur, kadın yıllarca halı dokuyup para kazanmıştır erkek de kahvede, kumarda bu parayı yemiştir. Ama kadının sabrı çocukları içindir. Evet kadın toplumda bir statü sahibi olamaz gelenek, töre bunu kabul etmez ama el işi yapar, dikiş diker, köy ebeliği yapar, pazarda sütünü, sebzesini satar parayı da kocasına verir. Vermese dayak yiyecektir. Kenara köşeye sakladığı üç kuruşu da evlatlarının ihtiyacı için harcar. Anne olmak çileye, sıkıntıya aldırış etmemek demektir. Çocuk gülümseyince, kadının acısı biter, yarası kapanır. Anneliği sömüren çürük zihniyet bugün çalışan kadın dünyası ile karşı karşıya. Yumrukla dişi kırılan, kafası yarılan, burnu kırılan kadınlar çocukları okuyup, bir yerlere gelmiş ve annelerini yalnız bırakmamışlardır. Kadının tek başına yaşayacak parası ve makamı olduğunu anladıklarında şiddet olayı biter. Güçlüyü ezmenin bedeli ağırdır çünkü. Bir yandan dini kurallara göre yaşayan Müslüman, diğer yanda kul hakkını hiçe sayarak dövülen anneler. Peygamberimizin ümmetine şefkatini bilmeyen var mı? Müslümanca yaşamı, insanlığı terk edenler şiddet acizliğine başvurur.
2- Evlenen kadın baba evine dönemez. “Evden gelinliğin ile çıkar, kefenin ile geri dönebilirsin” sözü ile kadının eli kolu bağlanmıştır. “Filancanın kızı, koca kapısında yapamamış geri gelmiş dedirtmem” diyen baba, kızının şiddet görmesine ses çıkartmaz! Dehşet bir zavallılık da eğitimlisinden, eğitimsizine kadar “Kadın erkeğini memnun edemediği için şiddet görür” demesi.
İnsanlık sefilliği, şerefsizliği arzulamaya devam ettiği müddetçe, kadına şiddet devam edecektir. Dün eğitimsizliğe bağlanan şiddet, bugün başka boyutta kadın boynuna asılı. “İnsan paranın sahtesini yapar… Para da insanın” demiştir Goethe. Huzurun, mutluluğun kanaat etmekte, sabırda ve yaratılış davasında olduğunu anlayabilen bir toplum olsaydık, kadınlar şiddet görmeyecekti, çocuklar sevgi ile büyüyecekti…
Bugünün penceresine şöyle sesleniyor Ziya Osman Saba: “Sana az daha yakın yaşmak için artık/Rabbim, ben yalnız zeytin ve ekmek istiyorum.”