Erdoğan, Charles de Gaulle olur mu?

Abone Ol

Bilindiği üzere, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Türkiye-ABD Stratejik Mekanizması II. Bakanlar Toplantısı kapsamında, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ile geçtiğimiz hafta Washington’da bir araya gelmişti. 18 Ocak’ta gerçekleştirilen toplantının ana gündemini, ikili ilişkiler ve bölgesel konular oluşturuyordu.

Uzun zamandır iki ülke arasında ciddi konularda önemli anlaşmazlıkların bulunduğu herkesin malumu. Bunun en temel nedeni, Türkiye’nin Washington merkezli dış politika anlayışını büyük ölçüde terk etmesi. Türkiye, ABD’nin ileri karakolu olmadığının artık kabullenilmesini istiyor. Bu, çok doğru! Şurası bir gerçek ki Türkiye kat ettiği mesafe itibariyle Soğuk Savaş Dönemi’nde olduğu gibi Batı’nın stratejik sınır bekçiliğini yapan bir ülke değil.  

Tüm yönleriyle örtüşmese de ben bu dönemi, Fransa Cumhurbaşkanı General Charles de Gaulle ile ABD arasındaki gerilimli yıllara benzetiyorum. General Charles de Gaulle, Fransa-NATO ve Fransa-ABD ilişkilerini yeniden ele alarak ABD’ye karşı her fırsatta kafa tutmuş ve adım adım NATO’dan uzaklaşmıştı.

Bu, basit bir hadise değildi. Önemli bir kırılma, tarihi bir olaydı. Fransa’nın 7 Mart 1966 tarihinde NATO’nun askeri kanadından ayrıldığını açıklaması ve ardından NATO’nun Başkomutanlık Karargâhı dahil tüm NATO üs ve tesislerinin Fransız topraklarından çekilmesini talep etmesi, dünyada büyük bir şaşkınlığa yol açmıştı.

Bunun üzerine NATO’nun Başkomutanlık Karargâhı, Paris’ten Brüksel’e taşınmak zorunda kalmıştı. Fransa’yı bu keskin karara iten ana neden, Washington’un savunma sanayisinden dış politikaya kadar tüm hassas konularda Paris’in kararlarına müdahale etmesiydi. Charles de Gaulle önderliğindeki Fransa, daha bağımsız bir politika izlemek amacıyla bu kararı almayı uygun görmüştü. Fransız halkı da bunun farkında olduğundan, liderlerini desteklemişti.

Bugün de Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğindeki Türkiye de benzer bir durumla karşı karşıya. Washington’un yıllardır avucunun içerisinde tuttuğu Türkiye uçup gitti. Dış politika, ekonomi ve savunma sanayi gibi hayati başlıklarda, ABD’den bağımsızlığını temin edecek bir vizyon ortaya koydu.

Ankara’nın son yıllarda daha gerçekçi bir dış politika izlediği ortada. ABD’nin baskısına rağmen yeni normalleşme süreçlerine kalkışıyor. Mesela Türkiye’nin Suriye ile normalleşme süreci, ABD’nin yoğun baskısına maruz kalıyor. Zira ABD, bu normalleşmenin PYD ve YPG ile kurduğu ilişkiye zarar vereceğini hesap ediyor. Yine benzer baskı, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılması için de söz konusu.

Bu konuda Türkiye’den kayıtsız şartsız destek isteyen Washington, Ankara’nın haklı taleplerini ise bir “şantaj” olarak yorumluyor. Öte yandan ABD, Ege Denizi’nde adaların silahlandırılmasına destek vermek suretiyle bölgede Yunan revizyonizmine açık bir koruma sağlıyor.

Sözün özü Amerikalılar, Türkiye’den Suriye, Doğu Akdeniz, Karabağ, Ege, Kıbrıs ve Libya’da Washington’dan gelen talimatlara göre hareket etmesini aksi halde bunun acı sonuçları olacağını, bazen lisan-ı münasiple bazen de namünasip bir şekilde tekrar edip duruyorlar.

Bu bağlamda Türk kamuoyu, şu üç sorunun Washington tarafından açık bir şekilde yanıtlanmasını bekliyor. Birincisi, ABD neden NATO üyesi Türkiye’nin bölgedeki etki ve gücünün artmasından rahatsızlık duyuyor? İkincisi, Türkiye’nin güçlenmesi NATO’ya güç katmıyor mu, bu durum NATO’nun lehine değil mi? Üçüncüsü, Türk devletinin politikaları, ABD ile NATO’nun bölgedeki hangi politikalarını baltalıyor?