“Erdemli Vagabond” insan tipi ve eğitim meselemiz (II)

Abone Ol

Sarı Saltuk’un tek bir aile olarak yerleştiği ve dilini bilmediği bir köy köşesinde ömrünü tamamlayana kadar bütün çevresini dönüştürdüğünü düşünebiliyor musunuz? Hem de kimseye muhtaç olmadan. O ve onun gibileri, yaşadıkları zamanlarda kendileri ve aileleri için gerekli olan “hayat bilgisi”ne sahip gerçek model tiplerdi. Hepsinin üstadı olan Hoca Ahmet Yesevi’nin nefesini alan bu canlar, Bursa’yı ihya eden Emir Sultan’dan, Anadolu’ya ruh üfleyen Taptuk Emre’ye, Hacı Bektaş’a, Yunus Emre’ye kadar bütün Anadolu erenleri, kendi dönemlerinin maddi-manevi model insanlarıydı.

Şimdi Batı’dan ikinci bir örneğe dönecek olursak Kovboy tipi, Batının genelinden farklı bir modeldir. Tek başına gider, çiftliğini kurar, kendisini savunur ve bir hayat alanı oluşturur. Burada kastımız model olarak kovboyları göstermek değil elbet. Kendisine yeterli ve inisiyatif alan insan modeli oluşturmaktan söz ediyoruz.

Bizdeki tarihi modelin Sarı Saltuk gibi, bilgi, irfan ve el becerisini mecz etmiş kendine yeterli insan modeli olmalıdır. Bedenen gelişmiş, iyi giyimli, prezantıbıl ama içi boş, ruhu kof tiplerin uzun vadede birey veya topluma bir katkısının olmayacağı bilinmeli.

Yazımızın başında “irfan”dan ve o irfanı verebilecek bir “maarif”ten bahsetmiştik. İrfanı, doğuştan sahip olunan yeteneklerin bilgilendirme, eğitim, tecrübe aktarımı ile zenginleştirilmesi yanında, kalbin, vicdanın ve sezginin işin içine katıldığı bir öğrenme ve öğretme biçimi olarak düşünmek gerekir. Diğer bir ifadeyle “bilimsel bilgi yanında”, sosyal, kültürel ve tecrübi diğer kazanımların aktarıldığı bir “üst bilgi” olarak “ilim ve irfanı” anlamak gerekir. Bu haliyle pozitivist temele kalbin katıldığı ve proaktif öğretimi bile aşan bir öğretimden bahsediyoruz.

İrfan, mistik açıdan bakıldığında ise “kişinin kendisini bilmesi” olarak özetlenir ve bu bilme kendini tanıma, çevreyi ve kâinatı tanımayı da içerir. O halde, irfan sahibi insan,  kendisinin bir insan olarak maddi ve manevi değerinin ne olduğunu öğrenmeye çalışan bir öğrencidir. Onun mütevazı oluşu, yetersizlik, zaaf veya beceriksizlik kaynaklı değil, ayakları yere basan bir “kendini bilme halinin” yansımasıdır.  İşte erdemin özü, bu kendini bilme halinde saklıdır.

Ülkemizde, birçok problemlerimizin temeli olarak eğitim meselesini ve yetişmiş insan unsuru konusunu ileri sürmek öteden beri bir adet olmuştur. Gerçekten de tecrübeyle desteklenmiş yeterli bir eğitim/öğrenimle yetişmiş (ki bu ikisi birbirinden farklıdır) bir kişinin toplamda sağlayacağı nitelikli katkının yüksek olacağında şüphe yoktur. Kuşkusuz bu katkı, teorik bilginin tecrübe ile birleşmesi halinde gerçek bir icra, planlama, organize etme, problemleri henüz oluşmadan veya sonrasında çözme ile, veya nadiren de bunların ötesinde strateji üretme gibi önemli bir aşamaya ulaşabilir.

Birey olarak bu derecede gelişmeye açık olan “erdemli vagabond”, sosyal yapının bir parçası olarak “toplumcu” tarafını da geliştirmek zorundadır. Bugünün dünyasında, sosyal duyarlığa, vicdana, toplumun meselelerine dair sorumluluk üstlenmeye talip ama hepsinden önemlisi elinden iş gelen insan tipi ülkenin de insanlığın da ortak ihtiyacıdır.

Başka bir tabir bulamadığım için kullandığım “erdemli vagabond” olabilmenin birinci adımı “irfan” arayışından vazgeçmemek, iyi niyeti, “kalb-i selim”i diri tutmak,   yeterli bilgiye sahip olmak ve donanımı her geçen gün artırmak; mesleki yeterliğe sahip olmak ve “elinden her işin gelebileceğine” inanarak inisiyatif alıp emek vermek. Bütün bunları bencil bir bilgi ve kültür obezitesiyle yapmak bir şey ifade etmiyor.  Tam aksine, bireyin kendini geliştirmesi yanında, birikimini insana, insanlığa ve toplumun harcı olan değerleri koruma yönünde kullanmaya açık olmasını kastediyorum.

Daha önceki yazılarda sık sık vurgu yaptığım gibi, kaliteli ve dünya standartlarında ancak değerlerle ve milli kültürle barışık bir eğitim modeli kurulurken nezakete, görgüye ve medeni cesarete sahip, kendini ifade edebilen, anadilde ifadede yeterli ve bilginin hamalı değil, işleyicisi bir gençliğin yetiştirilmesi hedef olarak konulmalıdır.  Sosyal barışın sağlanabilmesi ve devamı için birlikte yaşama kültürü, toplumun ortak değerlerinin tanınması ve saygı görmesi, ortak etik değerlerin öğretilmesi ve mesleki yeterliliklerin uygulamalı şekilde ve görsel araç ve tekniklere ağırlık verilmesi gereklidir.

İlkokuldan başlayarak çocukların anlama, konuşma, yorumlama ve el becerilerini artıracak bir eğitim modeli oluşturulmalıdır. Üniversite bitirip de ateş yakmayı/söndürmeyi bilmeyen; iki yumurtayı kırıp karnını doyuramayan; çekiçle bir çiviyi çakamayan; patlıcanın ağaçta yetiştiğini zanneden; basit bir kanamayı durdurmayı bilmeyen bir kitleler oluştuysa bunun sorumlusu aileler kadar bütün hayatımızı işgal eden eğitim sistemidir.

Örnekleri biraz daha arttıracak olursak 1980’lerden bu yana sosyal yapının hızlı değişimine bağlı olarak bırakın toplumu, kendisi adına bile sorumluluk almaktan kaçınan; sosyal problemlere duyarsız; evinde yemek pişiremeyen; çocuk yapıp yetiştirmekten korkan; bebek sesinden rahatsız olan; becerilerini geliştiremeyen, gündelik yaşayan, hedonist/hazcı bir kitle yetiştiyse bunun sorumlusu bizleriz.

Zihinler, modernlik/köylülük ikilemine ustalıkla sıkıştırıldığında daha önce de ifade ettiğimiz gibi, “tradition” anlamındaki “gelenek”le birlikte ve insanlığın ortak hafızası da yok oluyor. Bir tohumu ekip büyütmek, psikolojik bir terapi olması yanında, gerçek bir “hayat bilgisi”dir ve “hayati bir bilgi”dir. Bir patatesten onlarca fide yetiştirilebileceğini bilmek; hangi otun yeneceğini veya zararlı olduğunu bilmek gerçek hayat bilgilerindendir. İlk yardım bilgisi de böyledir mesela…

Bütün dünyada Devletin, idarenin, kurumların, bürokrasinin inşası veya sürdürülmesinde aranan insanlar, inisiyatif alabilen orijinal tipler olur. Bu tipler milletin inşasının ve devamının görünen/görünmeyen kahramanları olur. Az gelişmiş ülkelerde ise kriter olarak bağımlılık ve itaat aranır. Bağımlı, ürkek, karar almaktan çekinen ve sürekli talimat bekleyen yaygın modelin ülkeye kaybettirdiği/kaybettireceği zamanın bedeli büyük olmuştur.  O halde nitelikli “insan yetiştirme” konusunda geçirilen her dakika bir kayıp ve eğitimin içinden veya dışından, sorumlu herkesin sırtındaki ciddi bir kambur ve vebaldir…