Hatırı sayılır ‘sayıda’ ve hatırı sayılır ‘nitelikte’ birçok ‘şairin’ ‘Çankırı’ ile esrarengiz bir bağı var.
Ya ‘Çankırılı’, ya da ‘bir sebepten Çankırı’da bulunmuş ve yaşamış’ bu şairler.
Bunu bir tevafuk kabul edebilir miyiz?
‘Çankırı ile şiir’, ‘Çankırı ile şairlik’ arasında, bir paralellik olabilir mi?
Babasının memuriyeti sebebiyle Çankırı’da bulunmuş şairlerden biri ‘İsmet Özel.’
Şairliğini, ‘maliyetler yüzünden bir bakıma şiire mahkum olmak’ olarak ifade ediyor bir röportajında.
‘Müzik ve resim maliyetli sanatlardan, buna mukabil şiir yazmak için kafadan başka bir şeye ihtiyaç yok’ diyor.
Yağlı boya tüpü alacak kadar ‘parası olmadığı için’ toprak boya ve bezir yağı karışımıyla, yağlı boyalarını kendisinin yaptığını anlattığı günlerin, ‘Çankırı’da’ bulunduğu yıllara tekabül etmesi muhtemel.
‘Ataol Behramoğlu’ da ‘Çankırı’da yaşamış şairlerden.’ ‘Çankırı Lisesi’nde,’ ‘İsmet Özel’in’ bir üst devresi. Kardeşi Nihat Behram’da Çankırı’da bulunmuş.
‘Ahmet Telli, Edip Cansever, eskilerden Zeki Ömer Defne, Şükrü Enis Regü, Zamiri, Zahmi, Ahmet Mecbur Efendi, Aşık Sabri, şiir kitabı çıkarmamış olsalar da şair Muzaffer Doğan ve Ahmet Çiğdem’ de Çankırılı. Bendeniz de öyle.
Hatta, ‘Tevfik Fikret’ aslen Çankırılıdır pek bilinmez. Nazım Hikmet’in Çankırı Cezaevi’nde yattığı bilinir.
‘Hepsi, Türk Edebiyatı literatüründe yer almış hatırı sayılır şairler.’
Bir de Maraş var şairleri ile mümbit bir şehir olarak.
Bir sanat türüne yönelişin mutlaka bir sebebi var. Fıtrata bağlamak yanlış olmasa da kolaycılık olur.
‘İnsan armut tohumu değil ki, ondan sadece armut ağacı olsun.’ (böyle durumlarda çok severim bu teşbihi kullanmayı.) Allah, ‘eşref-i mahlûkât’ olarak yarattığı ve ‘yeryüzü halifesi kıldığı’ insanoğlunun fıtratını, ‘murat ettiği gibi’ kullar olması için ‘yüksek istidat ve iştiyak potansiyeli’ ile donatmış.
Sanatlardan ‘birine’ yönelmek, diğer sanatlara ‘kabiliyetin olmadığı’ anlamına gelmez.
İsmet Özel’in şairliğe ‘maliyet meselesi’ nihayetinde ‘mahkûm’ kalışını yoksunluk anlamına gelmediğini, müziğe de yeteneğinin olduğunu, ‘ud çalıp, söylediğini’ hatırlatmak isterim.
Yoksulluğun değil, ‘yoksunluğun’ insanı ‘duçar’ ettiğini biliriz.
Özel’in, ‘Sanatın en üst düzeyinde bir verim sağlayabilmek’ ifadesi mühim.
Bu şuurlu bir akıl ve fikrin feraseti.
‘İsmet Özel’in’ sanata karşı ‘ilgi ve alâkası neşet ederken’, ‘Çankırı değilse bile’ bir kasabadan hallice şehirler yerine, ‘Ankara yahut İstanbul’da bulunması’ tercihlerini değiştirebilir miydi?
Bu suale ‘İsmet Özel de net bir cevap veremez.’
İnsanoğlunun bir sanata olan ilgi ve alakasına tesirini kabul etmekle birlikte yoksulluk ve maliyeti biricik faktör sayamayız.
Döneminde ‘yükselen değer olarak popülerleşen sanatlar’, yaşanılan ‘şehrin sosyo-kültürel yapısı, coğrafyası ve hatta iklimi bile’ tesir gücüne sahip mühim faktörlerden.
Şahsen ben, ‘Rusya’nın uzun süren, müthiş soğuk kışı ve sert iklimi olmasa’ ‘Dostoyevski, Tolstoy, Gorki, Gogol’ gibi ‘büyük romancılar çıkar mıydı acaba’ diye düşünmüyor değilim.
Tek bir şartla ama, ‘İsmet Özel’in röportajında, satır arasında sıkıştırdığı ‘sanatta yüksek verim sağlama’ kaygısının varlığıyla.
Rusların, özellikle ‘romanda’ çıkardığı isimler kadar ‘parlak’ (Puşkin, Mayakovski ve Sergey Yesenin’i hariç -ki, Puşkin aynı zamanda bir hikayecidir) ‘şair çıkaramayışı’, ‘Çankırı kadar başarılı olamayışını’ enteresan bulurum.
‘Çankırılı ve yolu Çankırı’dan geçmiş şairlerin’ sayısı da şiirlerinin niteliği de Rus edebiyatı şairlerine taş çıkartır.
Çankırı, şiir ve şairlerle ilgili bu tevafukta, ‘İsmet Özel’in maliyet ve şairlik’i ne kadar geçerlidir bilmem.
Bu teze, bir itirazım olmasa da ‘şehrin kültürü, sosyal hayatı, iklimi, coğrafyası ve imkânlarını da’ hesaba katmak gerekir.
‘Dert edinmek’ hakikatinin maliyet hesabına galip geldiğini ayrıca inkâr etmemek lâzım.
‘Artiz (aktrist) olmak tutkusu ile evden kaçan kızlar’ ile ‘şair, yazar, müzisyen ve ressam olmak için köylerinden, kasabalarından büyük şehirlere hicret eden (evden kaçan da desek ayıp olmaz)’ ‘sanat-edebiyat tutkunlarının’ -nadiren bile olsa- ‘başarılı olması, bize sanata olan ilginin imkanı ve kimyası’ hakkında çok şey söyler.
Bir ırmağın yahut gölün kıyısında, öylece salınıp duran, ‘içi boş, dilsiz bir kamışı’ derin derin inleyen bir ‘enstrümana dönüştüren’ güç insanoğlunun ‘fikir ve dert sahibi oluşu’ değil midir?