Said Nursi, Ramazan Risalesi’nin başında Talak Suresi’nin üçüncü ayetinin anlamına çağırıyor bizi. “Min haysu lâ yehtesîb”/ “hiç ummadıkları yerden rızıklandırır [Allah]” anlamının çekirdeğini oruç toprağımıza koyuyor usulca. İstiyor ki, lisân-ı hâlimiz söylesin ayetin mealini. Filizlensin içimizde anlamın çekirdeği.
Umduklarımızla aramıza bir engel koydu oruç. “Ummadığımız yer” oldu her yer; ümit kestik yakınlıklardan. Bozuldu alışık olduğumuz hükümler. Umduğumuz yönler çekildi menzilimizden. Engellendik. Mani olundu doymalarımıza.
Engelli yaşıyoruz Ramazan’da. Sevdik bu engellenmeyi.
Değil mi ki, ‘güzel isimler’den, esma-i hüsna’dan Mani’ isminin tecellisi, Engellemesiyle de güzel olmalı Allah, engellemesi de güzel olmalı Allah’ın.
Ömrümüzün hepsi bir engellenme aslında. Çok umduğumuz cennetle aramızda dünyayı koydu Allah. Başından itibaren, sınanmadan cennette kalmamıza mani oldu. Bir ömür süren hikâyemizin mutlu sonuna kan ter içinde yürümemizi istedi. Olur da varırsak cennete, yerleşirsek gül bahçelerine, buluşursak sevdiklerimizle, tattığımız lezzetlere, dokunduğumuz güzelliklere, gördüğümüz ihtişama dair bir geçmişimiz olsun istedi.
Eşyalarının hikâyesinin olmadığı, sizin için, sizden önce hazırlanmış bir ev, ne kadar konforlu olsa da sıkıcıdır. İnsanın kendi emeğinin olmadığı bir zafer değersizdir. Hasreti çekilmemiş vuslatın tadı tuzu yoktur.
Cenneti bize ‘sanki bizim de emeğimizmiş gibi’ sunmak istiyor Allah. Mani’ olması bu yüzden çok güzel! Perde yoksa, ışığın kıymeti olmaz ki. Ayrılığın uğramadığı yere kavuşma sevinci uğramaz ki. Düşüşlerin olmadığı yerde, uçuşun heyecanı tadılmaz ki. Yanılmalar yoksa doğrulmalar sahih olmaz ki.
Ramazan’da, hasreti çekilmiş, özlemi yaşanmış, ümidi tadılmış sofralara oturtuyor bizi. Mani’ esmasının tecelligâhı kılıyor hâlimizi. Ömür orucumuzun iftarı olan ölüme böyle böyle hazırlıyor bizi.
Uğrunda ter döktüğümüz, yolunda yorgun düştüğümüz, yamaçlarında nefessiz kaldığımız mutluluk zirvesinin tadına varalım diye belli ki…