Enbiyanın yöntemi

Abone Ol

Sağlıklı toplumun inşasında şiddet kullanma düşüncesine karşı olduğumu bildiği hâlde, “Âdem’in İlk Oğlunun Mezhebi” isimli kitabımın ana fikrini eleştirerek, bana birini gönderip şu soruyu yöneltti: “Genel anlamda şiddet karşıtlığı sağlıklı bir düşüncedir. Ancak, Suriye rejimi gibi ziyadesiyle suça bulaşmış rejimlerde bu düşünce yarar sağlamaz, öyle değil mi?”

Bu soruya doğru cevap verebilmek için öncelikle çıkış noktamızı oluşturacak ilkeleri ortaya koymalıyız. Şayet çıkış noktamız insani içgüdü ise; zulme, benzer bir zulümle karşılık verebiliriz. Eğer çıkış noktamız küresel insan haklarından kaynaklanıyor ise; bu durumda halkların kendilerini her türlü yöntemle müdafaa etmesi hoş görülebilir. Ancak, söyleminin odağına rejimleri şiddet yöntemiyle düşürmenin nebevi çağrıların amacı olduğu düşüncesini koymak isteyen kesinlikle yanılmaktadır. Zira nebiler beşeriyeti ve yöneticilerini doğru yola çağırmak amacıyla gelmişlerdir.

Eylemimizi nebevi temeller üzerine inşa edecek olursak; doğru yolda yürümeye, hakka şahitlik etmeye, yalan söylememeye mecburuz. İşte o zaman eylemlerimizin neticeleri çok daha iyi olacaktır. Ancak, başarısız olma ihtimalini de hesaba katmamız gerekir. Nitekim birçok nebi kavimlerinde hidayeti gerçekleştirme konusunda başarısız olmuştur. Ancak bu durum onları asla nebevi davetin ilkelerinden taviz vermeye itmemiştir. Bütün nebiler, muhalefette kalma süreleri ne kadar uzamış olursa olsun, değişimi gerçekleştirmek için şiddete başvurmayı kesinlikle reddetmişlerdir. Elbette şiddetin bir çeşidini kanunla sınırlandırılan düzeyde tecrübe etmişlerdir. Ancak bunu iktidar mevkiinde bulundukları ve toplum düzenini korumak için kanun vazetmek durumunda oldukları dönemde yapmışlardır.

Yukarıda işaret ettiğimiz çıkış noktalarının hepsini göz önünde bulundurarak şu soruyu soruyorum: Acaba şiddeti mantıklı bir çözüm aracı olarak –özellikle de Suriye’de- nasıl benimseyebiliriz? Kâinat ayetlerine gözünü kapatanlar evrende olup bitenleri elbette göremeyecek, silah kullanımının bizi nerelere sürükleyeceğini kestiremeyecektir! Silah ve şiddet kullanımının Suriye’de çok daha vahim yıkımlara, cinayetlere ve zorunlu göçlere sebebiyet verdiğini görebilmesi için bir insanın büyük basiret sahibi olması gerekmez. Şiddet yönteminin kurbanlarını saymaya, şiddetin bize nelere mal olduğunu belirlemeye ve yol açtığı yıkımları tamir etmeye imkân yok!

Soru sahibinin vurguladığı üzere devrimin bidayetinde ağır suçlar işlendiğini biz de biliyoruz. Ancak, bir de şöyle düşünün: Devrimbarışçıl vasfını koruyabilseydi, ödenen bedeller ve yaşanan yıkımlar mevcut durumla kıyaslanmayacak derecede daha az olmaz mıydı? Ama biz başımızı kuma gömer, ahmaklığımızın neticelerini başkalarına fatura eder, iş bilmezliğimizin ve zayıflığımızın sorumluluğunu başka insanlara yüklersek, bundan sonra karşılaşacağımız sonuçlar ve yıkımlar çok daha büyük olacaktır!

Başka bir örnek vermek ve önümüzde duran önemli olayları yorumlamak istiyorum. Günümüzde gözümüzün önünde duran şu iki örneğe bir bakalım: Japonya ve Almanya. Bu iki ülke II. Dünya Savaşı’nda mağlup olmuş ve çok ağır teslim antlaşmalarına imza atmıştı. Ancak, bunun üzerinden çok bir zaman geçmeden küllerinden doğdular, devletlerini yeni baştan inşa ettiler. Nihayetinde Amerika ve Çin’den sonra dünyanın üçüncü ve dördüncü en büyük ekonomisi olmayı başardılar. Oysa Sovyetler Birliği, savaşı kazanmasına ve Güvenlik Konseyi’nde veto hakkı(!) elde etmesine rağmen birliğini koruyamadı, devletini çözülmekten ve yıkılmaktan kurtaramadı. Hâlbuki çöktüğü sırada yerküreyi onlarca kez yok edecek kadar çok silaha sahipti! Sovyet rejiminin bugünkü mirasçısı Rusya Federasyonu da ölümcül ekonomik krizlerle boğuşmakta, gelişmişlik sıralamasında II. Dünya Savaşı’nda mağlup düşen bu iki devletin çok gerisinde yer almaktadır.

Bir de Pakistan’a bakalım. Atom bombaları var, bununla da böbürleniyor. Ancak millî üretim sıralamasında Türkiye’den 43 ülke geride! Oysa atom bombası ya da önemli doğal kaynakları olmayan Türkiye, en gelişmiş yirmi devlet (G20) arasında yer almakta.

Aklını çalıştırmayan ve silahın hakkını alabilmenin biricik şartı olduğuna inananlar, haklarını asla alamamakla kalmayıp imkânları ve canları da heder etmeye mahkûmdurlar! Keza bunlar, eşkıya ve suçlularla boğuşup durmaktan, cehaletleri sebebiyle dünyanın en kötü insanları tarafından sömürülmekten kurtulamazlar! Kötüler bir taraftan bunlara biteviye savaşmaları için silah satarlar, öbür taraftan da düşmanlarına destekçıkarlar. Tâ ki iki taraftan biri diğerine galebe çalmasın (ve savaş ebediyen sürsün)!

Evet, Suriye’de rejim ziyadesiyle suçludur, bu hususta gözlemcilerin büyük çoğunluğu da müttefiktir. Ancak, bizim de ziyadesiyle ahmak, kıt akıllı olduğumuzu ve geleceğimizi insan canı alıp satan savaş tüccarlarının aldatıcı nağmelerine teslim ettiğimizi artık idrak etmemiz de gerekir.

Uyanmazsak, ilim ve bilgi yolunu tutmazsak biz hep ölen ve ağır bedeller ödeyen taraf olmaya devam edeceğiz! Yapmamız gereken; dünyada olup biten olayları derinlemesine düşünmek, bizden öncekiler için işleyen yasalardan (sünnetullah) ders almak ve aynı delikten defalarca sokulmamanın yolunu öğrenmektir.

Çeviri: Fethi Güngör