Seçim olupbitti. Herkes vaziyet alma yarışında. Birbirinin üzerine çıkan çıkana. Aynı işyerinde çalışan insanlar arasında satışlar başlamış. Neden? Çünkü yeni gelen ekip onu çalıştıracak. Ya statüyü koruyacak yahut başka bir yerde daha iyi şartlarda iş verecek.
Ekmeğinin peşinde yani…
Oldu mu? Elbette olmadı. Olmazdı, olamazdı…
Hatta şu kelimeleri de duyduk: “Kardeşim, seçim döneminde mücadele ettik. Kaybettik. Ama buralar milletin, bizim. Bırakıp gitmek olur mu?”
Olmaz tabii…
Ama siz kimsiniz? Onlar kim?
Yıllarca neyin mücadelesini verdin sen? Ya da yıllarca verdiğin mücadeleye yazık değil mi?
Geçenlerde Güngören Belediye Başkan Yardımcısı arkadaş, kendisini gördüğünü iddia ettiği şoför ayağa kalkmadı diye garibana tuvalet önünde oturma cezası verdi.
Müthiş bir terbiye yöntemi!
Başkanın başı göğe erdi.
Şoför arkadaş ehlileşti, öyle mi?
Sadece bir tarafta böyle değil…
İBB’nin proje başkanı bir basın toplantısında kendisini 16 milyonluk İstanbul’un sahibi ilan etti. “Ben”, dedi “16 milyonun sahibi olarak” dedi. Cılız birkaç tepki dışında mesele küllenip gitti. Hatta bu göreve gelir gelmez partisinin en belirgin, en alışıldık, en pragmatist belediyecilik hizmeti sayılan işlere imza attı!
Metro yatırımları durmuş, trafik çilesi katlanarak devam ediyormuş, kurumun ve kentin iç huzuru kaçmış… Hiç önemli değil! Zaten bütçesi çökmüş olan belediye kasasından yüzbinlerce lirayı konserlere akıttı. Kaz partilerinde kadeh patlattı filan…
Bir başkası, seçilir seçilmez binasının önüne heykel diktirdi.
Öteki, göreve gelir gelmez yedi göbek sülalesini özel kalem müdürlüğünden ‘dış temsilcilikler’e kadar kurumun farklı birimlerinde istihdam etti.
Beriki, seçimden bir gün önce gezdiği ve oy dilendiği semt pazarı esnafını ikinci gün tanımadı. Hatta kendisine “hayırlı olsun” ziyareti için gelenleri ‘âli’ makamının yakınlarına bile kabul etmedi. “Kovun şunları” türünden cümlelerle vatandaşını hakir gördü.
Bir ilçe başkanı…
Kendisini takdim etmek için kürsüye çıkan sunucuya…
Yüzlerce insanın şahitliğinde “Sen bir ilçe başkanını nasıl böyle takdim edersin! Kendini ne zannediyorsun. Beni takdim etme, ben kendim çıkarım kürsüye!” diye hakaretler yağdırdı…
Bu mesele dünün ve bugünün değil. Birçok seçilmişin koltuğa oturur oturmaz kuyruk sokumundan itibaren vücutlarına yayılan enaniyet zehri.
Yahu üç günlük dünya…
Dün o koltuklarda başkaları oturuyordu. Aynı partiden yol arkadaşın, dava arkadaşın, kardeşin…
Karşı partiden hasmın, düşmanın, rakibin… Ama bak hiçbiri yok. Olmama sebeplerinin başında senin şu anda içinde bulunduğun aymazlığın payı çok büyük.
Siz neyin peşindesiniz!
Neyin mücadelesini veriyorsunuz!
Seçilmiş olmak her şey değildir. Bunu her seçimde bütün siyasiler görmedi mi?
Siz görmüyor musunuz?
Bir yığın meselemiz var. Binlerce başlık, binlerce düşman, çözülmesi gereken binlerce düğüm.
Bütün bunlar hepimizden mühim, hepimizin derdinden önemli: Buna odaklanmalıyız sadece…
Siz böyle küçük oyunlar oynarken…
Ayaklarımızın altına konulan buz kalıpları erir. Boynumuza geçirilen ip vazifesini yapar.