Ellerimizi ayrıştırmak isteyenler kim?

Abone Ol

Ankara’daki menfur katliamının şifresi 10.10.10 muydu?

Eylemin tetikçileri kullanılan zavallılar mı; yoksa hiyerarşik bir yapının mensupları mı?

Olayın planlaması IŞİD veya PKK gibi tedhiş örgütlerinin aklına mı dayanıyor; yoksa bu akılları da mezceden küresel şebekeye veya şebekelere mi?

Önceki gün Kenan Alpay’ın yazısında belirttiği gibi Ankara katliamı PKK’nin ‘Özellikle Türkiye metropolleri savaş sahamız olacak’ tehditleri kadar kancıkça ve anarşist ruhlu.

Son Diyarbakır ve Suruç kitlesel suikastları gibi, Ankara katliamını gerçekleştiren zihni kuklalaşmış faillerini belirlemek de toplumsal güven duygusunu güçlendirmek açısından önemli.  Ama hududullah ölçülerini çiğneyen bu feda eylemcilerinin kimliği ne olursa olsun, bu eylem fetişizminin kuklalarından ziyade, yaptıkları işin kime yaradığı, ipleri ellerinde tutan kuklacıların kimlerin olduğu daha önemli.

Önce katliamın amacı tartışılmalıydı.

Bu eylemle istenen ne?

Ülkenin istikrarsızlaştırılması mı?Erdoğan’ın tasfiyesi mi?Türkiye’nin dış açılımlarının durdurulması mı?

Yani;

Bir. İşbirlikçilerini de kullanarak toplumsal güven duygusunu sarsmak; yönetimi paniğe ve kaosa itmek; mümkünse seçimleri yaptırmamak.

İki. Temerrüd Hareketi ile Mısır’da Mürsi’ye karşı düzenlenen kalkışma ve peşinden gelen darbe, Erdoğan için Gezi olayları tasarımıyla gerçekleştirilmek istenmişti; başarılı olunamadı. Ancak Erdoğan-Davutoğlu çizgisiyle Türkiye’nin iç ve dış siyasetteki özgünleşme hamlesi hâlâ iç ve dış vesayet güçleri tarafından kırılmaya çalışılmaktadır. Vesayetin içerdeki sosyalist, liberal, Türk ve Kürt ulusalcı aktörleri için ülke halkının güvenliği ve maslahatı değil, üstlendikleri ‘yabancılaşma projesi’ önemlidir.

Üç. Filistin 3. İntifada eşiğindeyken, Suriye üzerinde örtülü ABD-Rusya ittifakı ameliyata hazırlanırken gündem saptırıcı Ankara katliamı, ümmet coğrafyasında halkların özgürlüğünden yana ses verebilecek tek güç olan Türkiye Hükümeti’ni iç gündeme kilitlemiştir.

Önceki gün İsmail Yaşa’nın Katar’daki El Arab gazetesinin başyazısından aktardığı vurgu çok önemliydi:

‘Türkiye ve halkı, İslam ümmetine destek olan tavırlarının bedelini ödüyor.’

Katliamın amacını yakalayabildikten sonra failler için kafa yormak kolaylaşacaktır.

Diriliş Postası’nın dünkü başyazısı bu eylemde kullanılabilecek aracıları özetlemişti: IŞİD, PKK veya yabancı gizli servislerin piyonları.

Ama hâlâ bazı AK Parti yöneticileri, oy alacakları potansiyeli ve genç dimağları ‘Yetmez ama evet’ söylemine zorluyor.

Dün ‘PKK’ye silah bıraktıracağız; sabredin, müsamaha gösterin, kriminalize etmeye çalışmayın’ diyen dirayetsizlik, Allah’tan ki aşıldı. Şimdi ‘PKK barışı bozdu. Silahı bırakıncaya kadar sindirilecek’ deniliyor.

İyi de PKK’nin siyasi arenadaki tetikçisi HDP değilmiş gibi bu sefer de ‘HDP’yi kriminalize etmeye çalışmamalı. Siyasi kanalları hep açık tutmalı.’ tarzında beyanatlar veriliyor.

Bu olabilir.

Ama suç ayrı, haklar ayrı.

Önce bu parti içinde başta Demirtaş olmak üzere 6-8 Ekim olaylarını kışkırtıp ayaklanma çağrısı yapanların yargılanması yoluna gidilmeli değil mi?

Ayrıca ‘Devrimci Halk Savaşı’ çağrılarıyla bölgeyi kan gölüne dönüştürmeye kalkışan; en çok Kürt halkına ve Müslüman Kürtlere zulmeden, baskı ve korkutma ile itaat sağlamaya çalışan; ama icraata konan tutarlı güvenlik önlemleriyle köşeye sıkışan PKK’yi koruyup-kollamaya matuf ‘barış çağrıları’nın arzuladığı barış mıdır? HDP’nin barış çağrıları silahı bırakmayan PKK’ye silahlı bir statü kazandırma girişimi değil midir?

Demirtaş değişmemiştir. 10.10.10’dan sonra aynı haykırışlar: ‘Katilsin. Sarayını başına yıkacağız.’

Şunu bunu kriminalize etmeyelim diyen sahte barış taktiklerine kanma gafleti artık yeter. Bir suç ve suçlu varsa yakalanmalı veya ifşa edilmeli ve yargılanmalıdır.

Aslında gerçek gündem tartışması Türkiye halkının ümmete uzanan elini kırmak ve istikrarı bozmak isteyenlerdir.

Bunlar kimlerdir?