Suriye diktatörü Esed, Rusya’nın Suriye‘de terörle mücadelede iki ayda yaptıklarıyla, Amerika‘nın 1 yılda yaptıklarından daha fazla başarıya ulaştığını söylemiş, Rus haber ajansı Ria Novosti’ye.. Ve şöyle devam etmiş: ’Rus Silahlı Kuvvetleri Suriye‘deki operasyonlara katılmadan önce B. Amerika bir yıldan fazla süredir teröristlere karşı mücadele verdi. Ama, bunun sonucunda, teröristler daha fazla toprak ele geçirdiler.’
Beşşar Esed’in bu hayıflanması ve eleştirisi, aslında, Lübnan Hizbull… Teşkilatı ve İran devletinin yöneticilerine karşı da dile getirilmiştir. Hem de dolaylı gibi gözükse bile, direkt bir ağır eleştiri..
Çünkü, Suriye’de buhran patlak verdiğinden bu yana, 5 seneye yakın zamandır, vargücüyle yarım asırlık Baas Partisi ve Esed Hanedanı diktatörlüğütne sahib çıkan İran’ın en üst yöneticileri ve onun Lübnan’daki uzantısı Hizbull.. örgütünün liderlerine Beşşar esed, bu beyanıyla, lisan-ı hal ile zımnen şöyle diyor: ’Siz beş yıldır bizim yanımızda yer aldınız, biz de size bütün imkanlarımızla destek olduk, ama bir şey yapamadınız.. Sonra, Amerikalılar geldiler, onların da yardımıyla, onlarnla o kadar işbirilği yaparak ve muhalif güçlerin bulunduğu yerlerin koordinatlarını onlara bildirerek o kadar ağır bombardımanlar yaptırdınız, yine bir şey yapamadınız.. Ve ama, bakınız Rusya devreye bir girdi, sizin 5 yılda ve Amerika’nın bir yılda yapamadıklarını iki ayda yaptı..’
Evet, Beşşar Esed’in sözlerinin bundan başka mânâsı yok..
Eğer bundan sonra, Suriye’de Beşşar rejimi ayakta kalabilirse, bu, İran’la Rusya’nın sâyesinde gerçekleşmiş olacaktır, ama, Rusya, İran’a teselli bâbında, belki bir şey şeyler verse bile, onun önüne de bir kemik atabilir, ama ’aslan payı’nı kendisine ayıracaktır, elbette..
Bu durumda yıllardır,’Esed’in nihaî zaferini ilan etmesi yakın.. Biz olmasaydık, Esed rejimi iki günde çökerdi…’ diye manşetler atan İran medyasının avuttuğu kitlelerin tepkisi nasıl olacaktır? Ve hele de Şam’daki Hz. Zeyneb Türbesi- Haremi’ni IŞİD saldırılarına karşı korumak iddiasıyla Suriye’ye gönderildiği söylenip oralarda hayatını kaybeden İranlı yüzlerce asker, pasdar ve milis’in ve de bir düzineden fazla seçkin komutanların hesabını kim verecek?
Onları İran şehirlerinin caddelerinde büyük cenaze törenleri ve şehid şiarları ile defnetmek, hangi büyük yanlışları örtmeye yetecektir?
Ve Şah’ın zulümlerine karşı çıkarken, ’Kendi saltanatını korumak için, 100 binden fazla insanın ölümüne sebeb oldu..’ diyen dünün inkılabçılarının mentalitesi, bugün, bir kanlı hanedanın devamı uğrunda baştan başa virâneye döndürülen bir Suriye ülkesinin bu noktaya getirilişindeki ağır veballerini nasıl izah edecektir?
Ve tekrarlıyalım ki, Suriye Buhranı’nın başından beri, İran’ın Suriye’yle ilgili temel siyasetinin yanlışlığına dikkati çekmeye çalışan bu satırların sahibi, bu yanlış siyaset yüzünden, dünya müslümanlarına İslam İnkılabı adına verilebilecek her olumlu mesajın yolunun İran yöneticilerince kesildiğini ızdarab duyarak söylemiştir, söylemektedir.
*
’İLAHÎ TAKDİR’İN EN BÜYÜK PROJE OLDUĞUNU UNUTMADAN..
Beyan Yayınları’nın bir gelenek haline dönüşmüş bulunan Cumartesi Buluşmaları’na 21 Kasım akşamı, Çanakkale Üni.de öğretim üyesi dostum Necati Cerrahoğlu’yla birlikte vardığımızda, oradaki arkadaşların, pek çok yerde olduğu gibi, IŞİD/ DAİŞ denilen örgüt-devlet’i tartıştığını gördük. Geçen akşam, Hayat Vafkı’nda bir grup doktor eczacı ve sair kesimlerden arkadaşlarla da çeşitli konular meyanında bu konu da konuşulmuştu.
Beyan’daki toplantıda, bir çok âşina simalardan ayrı olarak, Mahmûd Rıf’at Kademoğlu beyle de 37-38 sene sonra tekrar karşılaştığımı belirteyim.
Vardığımızda, dâvamızın değerli beyinlerinden gönül adamı Adnan İnanç kardeşimizin sözlerinin son bölümünde yetişebildim. Onun bu konudaki görüşlerini genelde kendi görüşlerimle büyük çapta aynîliğini bildiğim için, ayrıca sormadım.
Bir İmam Hatib Okulu’nda öğretmenlik yaptığını öğrendiğim Mustafa Hoca da ilginç bir noktaya değiniyordu; önceki bazı konuşmalar sırasında ’IŞİD’in bir proje olarak ortaya çıkarıldığı’na dair görüşlerle ilgili olarak; ’Her bir hareketi, hemen, yabancı güçlerin proje veya manipulasyonu olarak nitelemenin adâletli olamıyacağını’ söylüyordu.
Bu satırların sahibi de bu görüşü paylaşıyor.
*
’Kaderin üstünde bir kader vardır..’ inancına sahib insanlar, her şeyi sadece emperyalist , müstekbir, kafir ve şeytanî güçlerin planladıkları ve başka hiçbir beşerî veya ilahî gücün etkisinin olmadığı mânâsına gelecek yorumlar yapmaktan kaçınmalıdırlar.
Bu vesileyle belirteyim ki, IŞİD/ DAİŞ diye bilenen örgütün mücadele metodunu, savaş tarzını, uygulamalarını -kendilerinin de dünyaya yansıttıkları şekliyle- kesimler itibariyle İslam’ın savaş kuralları ve ahlâkı açısından kesinlikle benimsemiyor ve yanlış buluyorum.
Hakezâ, DAİŞ’ in kendileri gibi düşünmeyenleri hattâ Tayyib Erdoğan’ı bile ’tâgût’ diye niteleyen haber filmleri yayınlamasını ve onun karşısındaki ’en’Nusra Cebhesi’nin de DAİŞ’i ’Haçlıların ve rafızî-şilerin ve zorba arab rejimlerinin işbirlikçisi ve kuklası’ diye suçlamasını ve hattâ daha da ileri gidip, onları ’Cehennem köpekleri’ diye nitelemesini, savaşı ateşi içindeki insanların diğerleriyle savaşabilmek için sahib olunması gereken derin nefret açısından anlamaya çalışmak gerekiyor. Çünkü bu gibi ağır suçlamalar hele de inanılarak yapılmasa, tarafların hayatlarını ortaya koyarak savaşmaları imkansız hale gelir. Ki, Afganistan’da, herbirisinin adında İslamî bir sıfat bulunan onlarca ’cihad teşkilatları’nın komünistlerden ziyade birbirleriyle girdikleri boğuşmalarda da bu anlayış hâkimdi.
*
Ama, bunun ötesinde, bir örgüt değil, bir devlet aklıyla ve yüksek teknolojiyi ve global çapta bir siyaseti de düşünerek yapıldığı anlaşılan geniş bir organizasyonun çeşitli dil ve ırklardan binlerce insanın bir araya gelip, ortaya çıkan gücü, bu kadar maharetle yönetmelerine hayret etmekten de kendimi alamıyor ve bu savaşçıların, bir emir-komuta altında nasıl bu kadar disiplinli hareket edebildiklerini ve dünyanın en büyük güçlerine karşı, bu kadar nasıl güçlü bir inançla savaştıklarını, bir global savaş verdiklerini kavramakta zorlanıyorum.
Kullandıkları âyetlerle, İslamî şiarların gerçekten bağlısı olup olmadıkları konusunda kesin bir kanaat belirtemiyorum. Pennsylvania Şeyhi ve etrafındaki dar bir kadro dışında, o hareketin tabanında yer alan nice temiz insanlar olduğu gibi, burada da temiz, ihlaslı, samimî, ama, uğrunda hayatlarını vermeyi göze aldıklarını bildirdikleri İslam hakkında yeterli bilgi seviyesine sahib kimseler olmadıklarını tahmin eden, güvenilir nice kimseler var..
*
’BAYIRBUCAK TÜRKMENLERİ’NE AYRICA SAHİB ÇIKMAK MI?
Suriye’de, Lazkiye -Haleb arasındaki Bayırbucak yöresinde yaşayan türkmen kitlelerin bugünlerde, Esed- İran/ Hizzubl.. ve Rusya ortak güçlerinin ağır saldırıları karşısında oldukça güç duruma düştükleri anlaşılıyor.
Buna rağmen, konuya, sırf etnik ayniyet dolayısiyle sahib çıkmanın yanlışlığına bir kez daha değinelim.
Davudoğlu’nun, 7 Haziran seçimleri öncesinde, hele de Bayırbucak türkmenlerinyle ilgili olarak türk kavmiyetçisi kesimlere hoş gelecek konuşmalar yapmasının yanlışlığına karşı çıkmıştık. Aynı şekilde Kobani konusunda da sırf etnik ayniyet dolayısiyle bir topluma, haklı olup olmadığına bakmaksızın sahiblenmenin yanlışlığına dikkat çektiğimiz gibi..
Bugünlerde aynı yanlışlığa dikkati çekmek gerekiyor. Özellikle de, kürdçülük yapanların yanlışlarına bakarak, türkçülük yapılabileceğini sananlara hatırlatılır.
Yoksa, nerede türk kavminden birileri varsa, onlara sırf kavmiyetlerinden dolayı sahib çıkmak düşüncesi bizi türkçü noktalara çekecektir.
Unutulmasın ki, 1991’de, Amerika- Irak Savaşı patlak verdiğinde, birileri de Irak’daki türkmen varlığı üzerinden konuya yaklaşıp, onların sayısını 1,5 milyon, hattâ 3 ve daha sonra 5 milyona bile çıkarmışlardı; bu rakamlaraın yanlışlığını bile bile..
Bu anlayış bizi panturanizme götürürse, başkalarını da pankurdizm, panarabizm ve panfarsizm bataklığına sürükler.
Bayırbucak türkmenlerine de tıpkı diğer kavimlere diplomlatik hassasiyetler içinde ne kadar yardım yapılabiliyorsa, o kadar el uzatılmalıdır.
*
KANALİZASYONA BAĞLANMIŞ BİR ’PROF. BEYNİ..’
Teknik Üni’de prof. ünvanlı, asker postallarını yalamasıyla ve ateist fikirleriyle ve de İslam ve müslüman karşıtı ilkel ve saldırgan söylemleriyle tanınan müthiş kemalist-laik bir kişi, sonunda öyle bir noktaya gelmiş ki.. Onun son bir sözünün tekrarı bile iğrenç..
Ancak, necasetin en iğrenç örneğini teşkil eden bir nesnenin yenilebileceğini ve kendisinin onu hem de bal gibi yiyebileceğini söyleyerek, çukurun zirvesini yapmış bu kişi..
Bizim köyün, ’bilge ihtiyar’ı, Huseyn Dayı, o sözkonusu necîs nesneyi yiyen köpekleri görünce, ’Evladım, köpekler insan necasetini yiyecek duruma geldiklerinde bil ki, onlar artık yiyecek bir şey bulamamışlardır ve kudurmanın da ötesindedirler, onlardan sakının..’ derdi.
Evet, hiçbir sınır tanımayacak kadar zencirlerinden boşanmış, sûreten insan olan o canlı varlığın sapkınlıklarından korunmak gerekir.
İslam düşmanları arasında nicelerini görmüştük de, bu kadar ahmak ve iğrenç, ve mantık açısından da çıldırmışlığın da ötesinde kimseleri görmemiştik..
*