Her bilim dalında birçok çeşitlemenin bulunduğu gerçeğinden hareket ederek ekonomi biliminde de gerek tür anlamında gerekse mikro ve makro ölçekte düşünüldüğünde ana hedefler arasında sosyalite önemli bir yer tutmaktadır.
Özellikle ülke ekonomilerinin yapılanmalarındaki ana amaçlardan biri ülkenin refah düzeyinin artırılması paralelinde kişi başına düşen milli gelir oranının yükseltilmesidir.
Dünyada sosyal ekonominin alanı birden fazla tanımlamayla karşı karşıya kalmaktadır.
Gelişmiş ülkelerde daha çok devlet korumacılığının ikamesine fırsat sunabilen bir sistem olarak görülürken gelişmekte olan ülkelerde ekonomik problemlerin çözümlenmesine ve düzelmesine bağlı sorunların çözümüne katkı sağlayabilmesi yönünden tanımlanabilmektedir.
Sosyal ekonomi aslında ekonominin diğer alt dallarının gerçekleştiremediği bazı faaliyetleri gerçekleştirmede aracı konumundadır. Bu aracılık daha çok ekonomik ve sosyal boyutlu faaliyetler alanlarında olmaktadır.
Sosyal ekonominin alanları konusunda bazı farklı görüşler bulunmakta ve her görüş bu hinterlandı kendi tanımına uygun olarak tanımlamaktadır.
Buna göre bir yaklaşımda sosyal ekonominin alanına sadece kooperatifler, yardımlaşma sandıkları, dernekler ve vakıflar girmekte iken diğer bir yaklaşıma göre ise; demokrasi, özgürlük ve dayanışma değerleri etrafında organize olmuş kişi ve birliklerin tümü girmektedir.
Bunların yanında farklı bir yaklaşımda ise ne sermaye şirketleri, ne de kamu girişimi olmayan girişimlerin toplandığı sektörlerin oluşturduğu topluluğa giren yapılanmaların sosyal ekonominin dinamikleri olduğu görüşü savunulmaktadır.
Özellikle 90’lı yıllarda Anadolu da kooperatifçiliğin bir türü olan yapı kooperatiflerinin yaygınlaşmasıyla birçok kişi ev sahibi veya gayrimenkul sahibi olmuştur.
Bunun yanında yardımlaşma sandıklarıyla memurun, işçinin ve emeklinin ufak birikimleri bir araya toplanarak çeşitli yatırımlarda değerlendirilmiş hâlihazırda da hala değerlendirilmeye devam edilmektedir.
Türk kültüründe içerisinde harmanlanmış olan yardımlaşma hasletiyle kurulan dernekler birçok ihtiyaç sahibi insanın maddi-manevi her türlü sorununda yanında olmaya devam etmektedir.
Öyle ki İslam dininin önemli farizalarından olan zekat ve sadaka ile sadece ülke sınırlarında değil mazlum coğrafyalara, ihtiyaç sahiplerinin bulunduğu dünyanın her köşesine uzanan vakıflarıyla ülkemiz insanı tarihi köklerinden aldığı sorumluluk bilinciyle hareket etmeye devam ederek hem ekonominin sosyal yönünü önemli bir görevle yerine getirmekte hem de susamış gönüllere zemzem olmaktadır.
Burada devletin yanında daha çok kişisel ve toplumsal şekilde oluşturulmuş yapılar ön plana çıkmaktadır.
Olması gereken kişiselliğin ve toplumsallığın yanında devletin kurumlarının da oransal anlamda aynı konumda olmasıdır.
Son dönemde ülkemizde sevindirici bir şekilde bu sağlanabilmiş durumdadır.
İnsanı insan yapan değerlerin başında Allah’ın verdiği güzel duygularla hareket edebilme yeteneğine sahip olmak gelmektedir.
Elimizdeki değerleri olmayan kimselerle paylaşabilmek en büyük erdem sayılmalıdır.
Bu anlamda bireylerin ellerindeki nimetlerin fazla olması gelir seviyelerinin ve refah düzeylerinin üst düzeylerde olmasıyla yakından ilgilidir.
İşte bu noktada devletin vatandaşının gelirini (asgari ücret, emekli maaşı, memur maaşı vb.) maksimumlara çıkarması hedeflenmelidir ki hem sosyal devlet hem de ekonominin sosyal yönü bir arada barınabilsin.
Empati duygusuyla konunun üzerine gidildiği zaman bu yöndeki çözümün son derece pozitif olacağı aşikârdır.
Bizim kadim kültürümüzde “Veren el alan elden üstündür” düsturu önemli bir yer tutmaktadır.
Veren el olabilmek hem gönül hem de imkân meselesidir.
İşin gönül tarafını kişi kendisi halledebilmeli imkân tarafını da hem çok çalışarak kendisi hem de devlet sosyal yönüyle destekleyerek kolektif bir şekilde halletmelidir.