Ekolojik denge, çarpık yapılaşma ve İstanbul afeti (I)

Abone Ol

Geçtiğimiz on beş gün içerisinde İstanbul alışılmadık bir yağış ve hemen on gün kadar sonrasında ise şiddetli bir rüzgârla birlikte yumurta büyüklüğünde dolu yağışını yaşadı. Çocukluk yaşlarımdan beri İstanbul’da nadiren dolu yağdığına şahit oldum. Dolu tanecikleri, bir mercimek veya en fazla bir nohut iriliğinde olurdu. Şimdi ise dolu tanelerinin büyük taş parçaları gibi düşerek evlerin dış cephelerini, araçların kaportalarını, ağaçları ve kuşları telef ettiğini gördük. Uzmanlar artık bu manzarayla daha sık karşılaşacağımızı ifade ediyorlar.

Diğer yandan İstanbul’da gözle görülebilir bir iklim değişikliği dikkat çekiyor. Belki de bütün Türkiye’de, bütün dünyada… İstanbul çocukluk yıllarıma göre daha fazla yağış alıyor. Bu yıl da olduğu gibi baharlar daha uzun, kışlar daha yumuşak geçiyor. Bunun sonucu olarak İstanbul’da bitki örtüsü de değişiyor. Eskiye göre çok daha canlı bir flora var ve sanki yarı tropik bir iklime doğru yavaşça geçiyoruz. Özetle, iklim gün geçtikçe alıştığımızın dışına çıkıyor.

Ekolojik dengenin bozulması ve çevrenin insanoğlu eliyle yaşadığı yoğun tahribat, bilim dünyasının son 30 yıldaki önemli gündemleri arasında. 90’lı yılların sonunda bütün dünyada hararetli tartışmalara yol açan ozon tabakasının incelmesi (delik), atmosfere salınan floro-kloro karbon ve benzeri zararlı sera gazları dolayısıyla kıyamet senaryolarının tartışılmasına yol açmıştı. Bugünlerde ise o dönem bahsedilen ve teorik olarak ileri sürülen birçok iddianın gerçekleşmeye başladığını görüyoruz.

Dünyanın birçok bölgesinde, gökyüzünden yağmurun artık çok şiddetli ve ani şekilde boşalması, görülmemiş ve gittikçe sıklaşan sel felaketleri, yine görülmemiş büyüklükte dolu yağışları, geçmişte yağmur alan bölgelerin kuraklaşırken diğer bazı bölgelerin kuraklıktan kurtulup yarı tropik iklime doğru dönüşmesi gibi iklim değişmesinin ilk sonuçlarını izleyebiliyoruz.

Atmosferin genelindeki bir derecelik ısı artışının kutuplardaki buzulları eritmeye başlattığı; yüksek dağ zirvelerinde binlerce yıldır var olan buzulları eriyerek bütün dünyada deniz seviyesinin yükselmesine sebep olduğu artık izlenebilir bir gerçek. Belki de bu yüzyılda ülkeleri su altında kalacak bazı devletlerin, diğer ülkeleri fiilen işgalleri bile söz konusu olabilir. Su savaşları kadar, tarıma elverişli veya sadece yerleşim amaçlı toprak parçaları da çok değerli hale gelebilir.

Bu üzücü gelişmelere rağmen, olumlu tek gelişmenin ozon tabakasındaki incelmenin 2015 yılı ölçümlerine göre küçülmeye başladığı haberi oldu. Fakat bu gelişmenin iklim değişiklikleri üzerinde tam tersine dönecek bir etki yapıp yapmayacağını, yani iklimin yeniden normale dönüp dönmeyeceğini zaman gösterecek. “Haydi artık yeniden düzeltelim” denildiğinde belki de eski haline ircanın mümkün olmayacağını veya en az 40-50 yıl sürecek bir çalışma gerektireceğinden hiç de kolay olmayacağını anlamak şart.

Bilemiyoruz, insanoğlu belki de geri alınması imkânsız bir tahribata yol açmış ve kıyameti başlatacak bir zincirin ilk halkasını elleriyle tetiklemiş olabilir.

İnsanoğlu dünyanın her karışında kendi çıkarları adına tabiat ve çevreyle, hiçbir zaman kazanamayacağı acımasız bir rekabete ve boğuşmaya kalkıştı. Kapitalist kaygılar hiçbir sınır tanımaksızın çevreyi yok etmeye devam ediyor. Yağmur ormanları ekonomik kaygılarla yağmalanıyor. Doymak bilmeyen bir hırsla tabiatı yağmalıyor, kirletiyor, türleri yok ediyorken sonuçlarına katlanmaları diyerek geçiştirebiliriz.

Hâlbuki ekolojik dengenin ve gezegenin korunması, bütün insanlığın ve bütün canlıların geleceği ile ilgili. Bütün canlılar, bu büyük gemi içerisindeler. Üretim süreçlerinde açığa çıkan ve atmosferi kirleten gaz atıkları, petro-kimya atıkları, kimyasallar ve radyoaktif maddeler, gelişmiş ülkelerce çoğu kez normal karşılanıyor ve denizler, sular ve rüzgârlarla dünyanın her köşesine taşınıyor.

Buraya kadar, gelişmiş ülkelerin doymak bilmeyen açgözlülüğünden bahsettik ve oluşan kara tabloda en fazla onların payının olduğunu ifade ettik. Pekiyi, gelişmekte olan veya az gelişmiş olan ülkelerin sicilleri çok temiz mi? Çevre konusunda samimi miyiz? Yetki alanlarımızda ülkenin çıkarlarıyla, toplumun ve gelecek nesillerin çıkarlarını dengelemeyi başarabiliyor muyuz? Bu sorulara cevap aramak gerekiyor. Mesela şehirleşme sırasında, planlamalarda çevreyi gerçekten yeterince dikkate alıyor muyuz? Plansız ve çevreyi dikkate almadan şehirleşmeler insanoğlunun bindiği dalı kesmesine yol açıyor.

(Devam edecek…)