İsrail devletinin önemli askeri ve siyasi figürlerinden olan Ehud Barak 4 ve 8 Mayıs tarihlerinde Yediot Ahronot gazetesinde sıralı iki makale kaleme aldı. Türkiye’de ve birçok Müslüman ülkede konu magazinleştirilerek “Barak’ın 80. yıl kehaneti; İsrail devleti yakında yıkılacak” dedi şeklinde kamuoyuna sunuldu. Oysa savunma bakanlığı, dışişleri bakanlığı ve başbakanlık yapmış bugünün İsrailliler açısından akil insani Barak, bu iki makalesinde kendi toplumu için uyarıcı çağrılar yapıyordu.
Ehud Barak’ın her iki yazısının ortak önermesi şuydu; “Tarih göstermiştir ki daha önceki Yahudi devletlerinin yıkılma sebebi kendi içlerindeki bölünmeydi.” Barak ikinci makalesinin girişinde şunları söylüyor: “Filistinliler, Hizbullah ve hatta İran, ellerinde nükleer silahlar olsa bile terörün bizi alt etmesi mümkün değil. Ancak tarih bize bundan çok daha tehlikeli bir düşmandan bahsediyor; İç bölünmeler, taassup, toplumda diğerlerine karşı artan nefret, karışıklıklar ve her geçen yıl giderek artan mezhepçilik. Zor zamanlarda birlik olamayan milletler tarih sahnesinden silinmişlerdir.”
Bu ifadeler İsrail devleti yıkılacak kehaneti olarak algılanmamalı. Bilakis bu yıkılmayı önlemek için yapılan bir çağrı olarak görülmeli. Öyle ki İsrail siyasetinde son yıllarda yaşanan bölünmelere işaret eden Barak, İran’ın nükleer tehdidinin bile bu bölünme kadar tehlikeli olmadığını söyleyecek kadar ileri gidiyor. Barak eski bir istihbaratçının kendisine İsrail’in bir iç savaşa gittiğine dair korkuları olduğunu içeren sözlerini aktarıyor ve “İsrail’in kuruluşunun 75. yılına girerken farklılıklarımız ne olursa olsun birlik içinde olmalıyız” şeklinde çağrıda bulunuyor.
Bu makalenin konusu Ehud Barak’ın çağrısını abartarak dile getirmek değil, konu bu çağrının 75 yıldır toprakları işgal altındaki Filistinlilerle olan ilgisidir. İsrail 1948 yılına yani resmi olarak kurulduğunu ilan ettiği güne kadar gerek kendi içinde gerekse de küresel güçlerle arasında tam bir birlik oluşturdu. Filistinlileri topraklarından kaçırmak için geceleri Yahudi çetelerce evlere yapılan baskınlar, Londra ve Washington’un karar mercilerinin bilgisi dışında değildi. Taksim planında topraklarının yarısından azı yani yüzde 45’i kendisine verilen Filistinliler bugün neredeyse bu topraklardan geriye kalan yüzde 10’a sahipler. Bu oran da her geçen gün yerleşimcilere sağlanan kolaylıklar nedeniyle azalıyor. Batı Şeria adım adım kaybediliyor. Gazze ise daraltılmış bir açık cezaevi görünümünde. Filistinliler karınlarını doyurmak için çeşitli kısıtlamalar ve zorluklarla artık İsrail’in yönetimi altına giren kendi topraklarına günü birlik gidip gelmeye çalışıyorlar. İsrail’in apartheid yönetim sistemi, her geçen gün kendi vatandaşı olan bir buçuk milyon Filistinli için hayatı giderek daha da yaşanmaz hale getiriyor.
Peki buna karşın Filistin halkının liderleri ne yapıyor? Onlar sanki her şey son derece normalmiş gibi yıllardır kendi aralarında iç bölünmeler ve hizip taassubuyla uğraşıyorlar. Başta Türkiye olmak üzere neredeyse bütün Müslüman ülkeler yıllardır bu liderleri bir araya getirmeye, aynı masa etrafında oturtmaya çalışıyor. Aralarındaki ayrılıkları çözmek ve Filistin halkının acılarını azaltmak için birlik olmaları gerektiğini anlatıyor. Ehud Barak’ın son yaptığı çağrıyı bir de Filistinli liderler okumalı. Son yüzyılı acılar içinde geçiren halkları için çözüm, birlik olmalarında yatıyor.