Alman dilbilimci AugustSchleicher’in yaygın tespiti olan ‘Dünyanın en başarılı eğitim kültürlerinde, öğrencilerin başarılarından sistem sorumludur.’ cümlesi geçerliliğini hiç yitirmeyecek.
Bu sistem arayışları uğruna yaklaşık yüz yıldır kafa yoran ve hâlâ da bir arpa boyu yol alamayan nadir milletlerden biri olarak tarihe geçtik.
Medeniyet yolculuğu sürecinde yaşanan değişim sancıları son bulacak değil. Ancak Anadolu tecrübesi, artık bu coğrafyada ilk kez ciddi anlamda birşeyler yapmak gerektiğini emrediyor.
Bunların başında da eğitim gelmektedir. Değişim ve dönüşüm süreçlerimizde bünyemize işleyen, entegre ve taklit hastalığından çıkarak; coğrafyaya, kültüre ve geleceğe bağlı bir eğitim modelini artık geliştirmeliyiz.
İçinden geçtiğimiz on yıllardır güvenlik refleksinden çıkıp da, dünyada neler oluyor, bizde bu anlamda ne var, diye soramadığımız soruyu, daha da geç kalmadan ciddi anlamda sormalıyız.
Çok iyi özel okullar ve çok iyi özel üniversitelerimiz var. Ama bu kurumlar ülkenin akademik ve entelektüel potansiyelinin doğal sonucu olan, kamuya açık kurumlar değiller. Bu kurumlar, eğitim endüstrisi içerisindeki lüks tüketim ürünleridir. Bu kurumların dünya ile yarışıyor olması, çok iyi yabancı dil öğretiyor olmaları ve Batılı eğitim modelleri uygulamaları, endüstriyel anlamda bir başarı hikâyesidir. Ama bu kurumların varlığı, bu ülkede millî eğitim konusunda işlerin iyiye gittiğini göstermez.
Bunu söylerken Batıdaki eğitim modelleri ve tecrübelerinin yabana atılmaması gerektiğini, bilakis çok iyi değerlendirmek gerektiğini söylemeye dahi lüzum yok. Bu başka bir şey. Ayrıca, bizdeki bu gösterişli özel eğitim kurumlarının çağdaş Avrupa’da yaygın olduğunu da kimse söyleyemez.
Bu durum da, ne yazık ki değişim travması içindeki toplumun aradaki açığı şatafatla kapatmak istemesi ile ilgili. Buna son otuz yıldaki göçebeliğimizin doğurduğu kentli görünme ihtiyacı da neden olmuştur. Taşrada yoksul iken, şehirli, varlıklı göçebelerin kullandıkları otomobiller ile eğitim kurumları arasında yapılacak bir marka analizi, sanırız “doğru” bir orantı ortaya çıkarır.
Son zamanlarda, eğitim alanındaki iyileşme ve gelişme konusunda üzerimizdeki yılgınlığın ve yorgunluğun yavaş yavaş kalkacağını ve artık son bir şans ile daha kalıcı bir şeyler yapılacağını umut etmek istiyoruz.
Bunu zorlayan temel faktör, bilimsel verilerle de açıkça izlenebilen uluslararası deneyimlerin daha hızlı ve daha sağlıklı değerlendiriliyor olmasıdır. Bugün çağdaş dünyada okul öncesinden üniversiteye kadar yaşanan eğitim-öğretim sürecimiz konusunda dünyadaki konumumuz üzerinde konuşmalıyız.
Yahya Kemal, tarihçi Camille Julien’den Sorbon dönüşü bize şu cümleyi taşımıştı: ‘Fransız toprağı bin yılda Fransız milletini yaratttı.’
Yeni bin yılın, coğrafyasına kalıcı gözle bakan ve özgüvenli nesillere ihtiyacı var. Bunu başarabilmemiz için her türlü altyapı da oluşmuş durumdadır. El ele verip var olan değerleri koruyarak eksiklerimizi görmemiz gerekiyor.
İnsanlık tarihinde hiçbir şey, tamamen yıkılarak üstüne yeni bir şey yapılmamıştır. Değişim, eski ve yeninin hesaplaşma alanı da değildir. Değişim sancısının doğurduğu duygusal muhafazakârlıkların hepsine zaman adlı ilaç kesin çözüm sağlayacağı için artık yapılması gerekenler yapılmalıdır…