Daha evvel “Dünya değişiyor” demiştim sana kâri. Yalan söylemedim, değişiyor gerçekten de. Dünya mı, biz mi yok hepsi birden mi bilemiyorum ama değişiyor. Misal ki küçücük bir çocuğun gözlerinde gördüğüm masumiyeti kendi yüzüme baktığımda göremiyorum ben. Masumiyet çocuklarda kalmış bir haslet ya da çocuklukta kalmış. Halen dahi içinde bir çocuğu saklayabilenlerin gözlerinin bir kenarında yine de var bence. Neyse geçelim. Bu bir bahs-i diğer… Olur da gerek olursa bir gün ve ben garibe bir çay ısmarlayacağını taahhüt edersen uzun uzun konuşuruz. Geçelim…
Cânım kâri, değişen çok şey var, söyledim zaten bunu daha önce, tekrar etmeyeceğim. Lakin değişmeyenler de az değil. Bir kemik gibi katılaşan, katılaştıkça başkalaşan, bizden olmaktan, bizim gibi olmaktan çıkanlar da var. Mesela hazımsızlığı kronikleşmiş, içinden çıkaramadığı pisliğinin sancısıyla ne yapacağını, ne tarafa saldıracağını bilemeyen, babasını bir başkasına ve hatta babasının hasmına şikayetlenen, şehvani harçla örülmüş dört duvarın arasında gözü dönenler de var. Evinin anahtarını hırsıza teslim eder gibi ahmak ve ahmaklığı meziyet sanacak kadar pişkin olanlar da var. Daha evvel de vardı ve şimdi de var. Mesela bu değişmedi bak!
Gâvura vatanı gammazlamak diye bir davamız var şimdi. Aslında bu bugünün davası da değil zaten. Böyle herzeleri yiyenler daha evvel de çıktılar. Çokça çıktılar. Her tokat yediklerinde koşup da “baba” bildikleri Batı’nın kucağına oturanlar, orada gördükleri her melaneti medeniyet sananlar, sırf onlara benzemek ya da “Ben de sizdenim” demek ya da en azından öyle görünmek için rezil olanlar, damızlık erkek getirelim diyecek kadar namussuzlar… Çıktı çıktı, vallahi çıktı. Onun için şimdinin kavgası değil bu. Ha şimdilerde de yok değil. Gazeteci ayağına yatıp yılan gibi kıvrılanlar, bilmem nerenin bayrağına sarılıp da yatanlar, bir parça kemik kapmak için kıvrananlar, sizdenim deyip de bizden olmayanın koynundan çıkanlar… Daha sayayım mı? Yetmez, bu yazı buna yetmez ve söylemekle de bitmez.
E sen şimdi diyeceksin ki “haydi bugünü biliyorsun, geçmişte de olduklarını nereden bileceksin ki? Gözünle mi gördün!” Haklısın. Ama onlar gibileri varsa bizim gibiler de vardı o vakitlerde. O da değişmedi. “Yok artık be kardeşim” diyenler de çıkmıştı had ve haysiyet bilmezlere. Hem de benim söyleyebildiğimden çok daha güzel söylemişlerdi bunu.
Biraz şiir okusak mı seninle? Mesela bir divan şiiri okusak eskilerden tüllenen bir hayalle… Yine hayal kursak mesela, yeniden hayaller kursak. “Anlayamayız ki” diyeceksin, biliyorum. Anlamayız tabii. Zira anlamayalım istediler. Biz elinde sözlük olmadan dedesinin söylediğini anlayamayan adamlar olduk. Ama yine de okusak ne var! Ama utanarak okusak…
Ziya Paşa şöyle söylemişti bundan neredeyse iki asır evvel ve şimdi olsa yine böyle söylerdi bence;
Düşmanlara ahbabını zem oldu zarafet
Dil-dârdan ağyara şikâyet yeni çıktı
…
Hak söyleyen evvel dahi menfur idi gerçi
Hâinlere amma ki riâyet yeni çıktı
…
İslâm imiş devlete pâ-bend-i terakkî
Evvel yoğ idi işbu rivayet yeni çıktı
…
Milliyyet-i nisyân ederek her işimizde
Efkâr-ı Fireng’e tabaiyyet yeni çıktı
…
Yani, yeni çıkmadı bunların hiç biri. Hep vardı. Bizden öncekiler de söylediler, biz de söylüyoruz. Belki sonrakiler de diyecek… Ve hem Fuzûlî “dost bîvefa, felek bîrahm” demişti zaten evvelden… Yine derdi olsaydı.
Haydi hayırlı cumalar…