Düşmana benzeyince mi mağlup olunuyordu?

Abone Ol

Dünyanın sadece yaşamak için var olduğuna inanamıyorum ben kâri. Ki zaten bizim ne inancımız ne de asırlardır ilmek ilmek dokunmuş medeniyetimiz böyle bir düşünceyi kabul etmemize izin vermiyor. Biz daha ziyade hoş bir seda bırakmak ya da şahit olmak ama en ziyade hayırla anılmak için yaşanacağını kabullenmiş insanların soyundanız. Ve inansak da inanmasak da; kabul etsek de etmeksek de bu dava bizden çok daha büyük. Ve bir ömürle sınırlanacak kadar, bir yere hapsedilecek kadar kısa da mahdut da değil. Kul olmak denen hal bize kendimizden daha büyük ve daha ulvi bir dert veriyor aslında ve biz bu derde sarıldığımız kadar hakikati bulmuş ve bu dünyada var olmuş oluyoruz. Yani demem o ki kul olmak insan olmaktan çok daha üstün bir hal. Lakin yine de tekrar ediyorum; bir insandan doğmuş olmak da insan olmaya yetmiyor.

Şimdi ben zannediyorum ki pek çok şey yeni başlıyor. Yeniden bir şeyler inşa etmek için ve yeniden o davanın temellerini atmak için yapacaklarımızın zamanı tam da şimdi. Öyle olmalı zira. Bitmiş bir şey yok, kazanılmış bir şey yok ve belki de bu her vakit böyle devam edecek. Zira yeniden ve yeniden anlatmak, söylemek gerekecek. Kazandık dediğimiz vakit bence kaybetmeye en yakın olduğumuz vakittir. O sebeple bence menzile varmak hayalini zihnimizde her daim canlı tutmakla beraber şu anda ve her zaman yolda olduğumuzu bilmek gerekir. Ve kanaatimce esas mühim olan ve asıl anlatılması gereken de budur; yolda olmak. Zira ahir zamanın bizim zihnimize çaktığı mecburen bir sonuca varmak, bir şey kazanmak gibi dursa da bizim kültürümüz, yolun sonunu görmesen de gerekirse o yolda ölmek de zaferdir diye söyler bize. Yani yola çıkan da, yolda olan da, menzile varan da muzafferdir.

Bir de şu var elbette; o yolda yürürken yanında kimin olduğu, kimin durduğu ve kimin sana yoldaş olduğudu… Zira eskiler boşuna dememişlerdir; yolun yoldaşın kadardır diye. Belki de biz birkaç asırdır ve çok kere en büyük hatayı tam da burada yaptık. Yolu biliyorduk zira bizden evvelkilerin ayak izleri vardı. Lakin yanımıza yoldaş diye aldıklarımız da yanıldık belki de. Ve muhtemelen bu sebeple çoğu vakit yolda kaldık.

Şöyle dediğimi hatırlıyorum kâri ve halen onlar gibi olmaya, onlara benzemeye çalışırsak bu yolun da yarıda kalacağını biliyorum:

“Nedendir bilemem lakin batı bana hep karanlık yüzüyle gösterdi suretini. Onu her gördüğümde gözlerimdeki fer kayboldu. Gözüme hep sonuna “izm” eklemiş yalancı inançlarla düştü batının resmi. Hayır düşman değilim ona ama onların düşmanlıklarına sessiz kalamıyorum. Ve damarındaki kandan dahi ibret almayan insanlarımın kendi damarlarına onların kanlarını zerkedercesine onlara benzemelerine dayanamıyorum. Belki de o sebeple ayağında yırtık bir çarıkla tarla süren adamı bilmem kaç milyon liralık bir otomobille gezenlerden daha çok sevdim. Hele şu sultan kılığına bürünmüş ucubelere sevdalananları ve ona aşk derecesinde hayran olanları gördükçe daha bir alevlendi ateş derunumda. Ve hatta bazıları hayranlık dediğim o haddi de zorlayıp dalkavukluk kertesine vardırdı bu işi. Zira onun dedikleri, onun söyledikleri üzerinde tartışılmayacak, konuşulmayacak kadar gerçek ve doğruymuş gibi inandı bazıları.”

Şimdi ben daha evvel yolların yarıda kalmış olmasının da bunca asırlık derdin sekteye uğramasının da sebebinin bu söylediklerim olduğunu bilerek, inanarak ve hatta emin olarak soruyorum;

Mağlubiyet düşmana benzeyince mi oluyordu?

Bu kez değil. Aynı oyuna gelmeyeceğiz. Zira o yolda olmak da zafer kazanmaktır…

Yola çıkan da yolda olan da menzile varan da muzafferdir…