Peşinen söyleyeyim; Körfez Savaşı ile başlayan ve adını üçüncü dünya savaşı olarak koyacağımız süreç beklediğimiz gibi orduların karşılaşması biçimine hiç dönüşmeyecek. Yeni nesil savaş makinaları ile birkaç gün içerisinde kazananın olmayacağı bir dünyaya kimse uyanmak istemeyecektir. Ama ekonomik ve siyasi kaygılar ile zaman zaman dünyanın bir ucunda, kan ve gözyaşı hesaplarını soğuk masalara mevzu eden ülkeler de olmayacak değil.
İçinden geçtiğimiz süreç, kontrollü sertleşmelerle pazarlık diplomasisi üzerinden ulusal politikalarını yönetmek isteyen liderler dönemini işaret etmekte. Bunun en son örneği de Trump Amerika’sı.
Masaya oturduğu gibi haritadan arazi işaretleyerek dünyaya korku salmaya çalışması, tam olarak seçim sandığının omzuna yüklediği ağırlık. Doğrusu, adının süper güç olarak sürekli anılmasını isteyen ülkelere ait hiçbir süper durum kalmadı.
Özellikle global ekonomik kriz sonrası önüne geçilmesi kısa vadede mümkün olmayan yapısal sorunlar orta yerde durmakta. İşsizlik, refah kaybı ve gelecek kaygısı Batının karakteristiği oldu. Esasen İkiz Kuleler’in yıkılması ile başlayan yabancı düşmanlığı ciddi kayıplara neden olduğu halde ve dahi içine düştükleri ekonomik daralmaya rağmen bu dışlayıcı tavırdan vazgeçemediler. Aksine işler kötüye gittikçe ırkçı bir dil kullanmaya ve içe kapanmaya başladılar.
Suriyeli sığınmacılara karşı gösterilen tepki de bu psikoloji altında gerçekleşti. Kendi toplumunun ekonomik sorunlarına çözüm üretmekte zorlanırken yeni bir işsizler ordusu ile yüzleşmeye tahammülleri kalmadı. Âleme salık verdikleri Batılı değerler sistemi tartışılmaya başladı ve artık yeni dünya düzeni hayatta kalabilme savaşına döndü.
Mazlumların kanı pahasına kazanç elde etmek üzere işgal ettikleri ülkelerin başlarına bu şekilde bela olabileceğini hesap edemediler. Çünkü Irak işgalinde denedikleri savaş düzenini, taşeronlar eliyle uzaktan müdahale ile yürütecekleri mevzi operasyonları olarak tasarlamışlardı.
Esasen Irak ve Suriye’de beklediğini bulamayanlar kendilerini eleştirmek yerine yeni düşmanlar üreterek güç gösterisi yapmak istemekte. Fakat ne kadar gizlemek isteseler de gelinen nokta NATO’nun acziyetini ve zaaflarını itiraf etmekte. Geçtiğimiz yirmi yıl NATO’nun şişirilmiş imkân ve kabiliyetlerinin bir anlam ifade etmediğini orta yere sermiştir.
Dolayısı ile NATO’nun öncülük edeceği bir sıcak karşılaşma sürecini bu saatten sonra ciddiye almak da yersiz. Yeni kovboy, sıcağı sıcağına seyircilere selam vermek için sorti yapmayı deneyecektir ama artık oyun kurucu olması mümkün değildir.
Oyun bu coğrafyada kurulur ve bu coğrafyada bozulur. İçinden geçtiğimiz süreci, duygu ve coşku timsali aziz milletin birlik ve beraberliği merkezinde değerlendirdiğimiz sürece fırsata çevireceğimiz muhakkak. Fakat bu süreçte en çok dikkat edilmesi gereken husus, terörle mücadele koşullarının sertleştirdiği ortamın masum ve mazlumları etkilemesine engel olmak.
Elbette çok zor bir badireden geçilmektedir. Ve milletin birlik ve beraberliğine kastedenler konusunda ne kadar kararlı olmak gerekiyorsa siyasetin normalleşmesi ve millet olarak bütünleştirici bir dil kullanmakta da bir o kadar duyarlı olmak gerekmektedir…