Her Ramazan geldiğinde bir başka hale bürünüyor insan, değişiyor, tazeleniyor, hafifliyor ve kurtuluyor yüklerinden. İnsan kendini bir başka rahat hissediyor. Dünyadan sıyrılıyor gibi geliyor bana. Ve açıkçası her ramazanda aynı hisler var içimde; dünya ne kadar da kıymetsiz. Daha evvel yazdım belki de bunları ama yine de yazıyorum; dünya ne kadar bizim değil.
Ne için neyi feda eder insan? Feda ettikleri, terk ettikleri kadar mı büyük oluyor âdemin oğullarının bilemiyorum. Ama bildiğim tek şey var ki bu insan dediğimiz muamma dünya denen bu garip yer için cenneti bile feda etti. Merak ettiğim o ki masumiyetini ne zaman kaybetti? Onu ne için ya da neye feda etti?
Bir vakitler bilmem sevdiğim bir dost mu yoksa kitabını okuduğum bir kâtip mi “Bu dünyada feda edebildiklerin kadar büyüksün” demişti. (Belki de ben söylemişimdir, bilemiyorum) Ya feda edebildiklerimiz daha da azaltıyor, daha da noksan ediyor daha da küçültüyorsa bizi?! Biz bu dünya hanına sahip olmaya değil de şahit olmaya gelmemiş miydik? Öyle dememiş, öyle inanmamış mıydık? O vakit sahip olduklarımız aslında sahip olamadıklarımız değil mi yani? Demem o ki neye “benim” desek o bizim değil aslında. Tuhaf bir hal biliyorum. Zihnimdeki acayip, acayip olduğu denli de aşırı cümlelerle karıştırmayacağım aklını kâri. Niyetim biraz düşünmeni sağlamak, zira ben sana yazarken düşünebiliyorum. Feda etmek, her şeyi… Ama ne için? Dünya için ise o gafleti ta en başta yaptık biz zaten. Dünyayı cennete feda eden de biz değil miydik?
Bir tabir var lisanımızda çoğu vakit kullandığımız; varını yoğunu feda etmek… Var olan tamam da yok olanı nasıl feda edeceğiz? Hiç düşündün mü kâri? Var olanı feda edebilirsin tamam, ya yok olan? Şu anda senin olmayan, sahip olacaklarını, senin olacakları, seninle olacakları, gelecekte olacakları nasıl feda edeceğiz? Nazar kıl Allah aşkına! Şu kısacık tabiri bile anlayamamışız biz! Utanıyorum.
Benim asıl derdim masumiyet. Ki o bizim kaybettiğimiz en kıymetli cevher. Altın ile tartsan, zümrüt ile zebercet ile tartsan da daha ağır gelir. Lakin şimdilerde insanlar için kıymeti en fazla olan şey yeşil renkli bir kâğıt. Bazen etrafıma bakınca gördüklerim hayret makamına eriyor da anlam veremiyorum. Ufacık çocuklara bakıyorum, dünya onların değil. Ya da tashih edeyim cümlemi; yaptıkları şeyler dünya için değil çocukların. Çünkü masumiyetleri var. Sonra bir de büyümüşlere bakıyorum; masumiyet denen rengi çoktan kazımış atmışlar yüzlerinden. Kiminde makyaj, kiminde maske… Anlayamadığım hangi ara kaybediyoruz biz bu masumiyet cevherini? Neden çocuklar masumdur diye düşündün mü hiç kâri? Belki de onların taze tenlerine daha dünyanın kokusu bulaşmadığı içindir. Ya da belki gözlerine dünyanın çirkin resmi nakşedilmediği içindir daha? Masumiyet yeni doğmuş bir çocuğun gözbebeklerinde oysa. Zira onlar henüz cennetten geliyor.
Hesap yapıyoruz, planlıyoruz, bazı şeyleri hayal ediyoruz. Öyle olacak zannediyor, zanna göre hareket ediyoruz. İnan öyle değil kâri. Bir ezanla başlayıp bir ezanla bitiyor. O kadar kısa işte. Vakit bazen saatle değil ölümle hesap edilir, bilirsin sen de. Bilirsin ki bir tek ölüm anında dünyasını feda edebiliyor insan. Bir tek o anda her şeyden vazgeçebiliyor.
Dünya için cenneti feda ettik ya, peki cenneti geri almak için neyimizi feda edeceğiz kâri? “Dünyayı feda edeceğiz” deme sakın! Çok anlamsız geliyor. Zira o zaten bizim değil.