Domuzlar kutsal kitaplarla beslenmez

Abone Ol

Çırpınıyoruz. Alevler içindeyiz. İçimizde bir dev edasıyla yükselen ve muammaların en giriftiyle keskinleşen bir ruh yangını…

Büzülüyoruz.

Büzüldükçe kül oluyoruz.

Asır boyu usul usul buz kesmiş bir yanardağın, kızgın ve öfkeli fışkırışlara gebe; hırçın evlatlarıyız. Ferdaya akan ulu deryada bir Araf çaresizliği içre savruluyoruz. Bizi öldürmediler. İdrakimizi emip azalarımızı kuruttular. Nereden geldiğimizi kesik kesik de olsa hatırlıyor gibiyiz. Beynimizde yankılanan parazitlerle boğuşuyoruz. Bir his, bir seziş biçiminde de olsa; ferdaya (ezeli ve ebedi gerçekliğe) kavuşmak için çatlarcasına kulaç atmamız gerektiğinin farkındayız. Fakat davranamıyoruz. Çünkü ne davranmayı akıl edecek bir şuur bıraktılar bünyemizde ne de şuuru aksiyona dönüştürecek bir kuvvet. Ne mavera yolunda ölü dinginliğimizi hararetlendirecek kulacı atmaya cesaretimiz kaldı ne de o kudretli kulacı atacak mecalimiz. Dedik ya, bizi değil, içimizdeki gavvâsı (incisini arayan meftun dalgıcı) öldürdüler. Bizi, bir koma acziyetine mahkûm bıraktılar.                                                                               

Ve dahi öyle bir devirdeyiz ki devir, dâimliğini unutmuş. Bu çağın yarı ölü gavvâsı; şahsiyetinden, vaziyetinin keyfiyetinden ve bulmaya çalıştığı cevherden bîhaber. Deryanın saydamlığına gizlenmiş inci tanelerini mi arıyor? Yoksa Hamlet’in tabiriyle “incisi düşmüş (ve bizce yoklukta kaybolmuş) istiridye kabukları”nı mı?

***

Gerçeğe ulaşmak, on yılları aşmış hafakanlarımızı dindirmek ve bizi kül eden ruh yangınını söndürmek için iki seçeneğimiz var:

İlki…

Ötelerimizin ötesine süzülen deryanın akış istikametini, ikinci sınıf ameliyat malzemesi kullanan sefil bir cerrah tavrıyla yaran ve bu mücerret deryanın ibresi hassas hakikat pusulasını beceriksiz bir tamirci çırağı muzipliğiyle avarelleştiren; ince ince idrak haysiyetimizi katleden heykelleşmiş fikir deformecilerine başkaldırma cüretini göstereceğiz.

İkincisi…

Katilden önce maktulle uğraşacağız. Maktulün üzerine, “hapsedildiği morgun ruhu kaskatı kestiren çeperlerini eritecek”, hakikatin sıcaklığıyla temizlenmiş dipdiri bir soluk üfleyeceğiz.

Evet, çözüm bu. Fakat muazzam bir engel, çözülmesi çok güç bir bulmaca var önümüzde. Namusunu kaybetmiş, düşmanlaşmış bir set…

Katil katletmekte ustalaşmış, maktul katilleşmiş durumda.

Birey birey, canisine aşık olan ve cinayet mahallinden ayrılamayan bir toplum haline geldik. Bu cinayet silsilesi çoğaldıkça kalabalığımız arttı. Yığınlaştık.

Kilidi kaybedilen bir açmazdayız. Gemi yok, yolcu yok, rota yok. Gemilerimizi yaktılar ve rotamızı saptırdılar.

Birkaç zaman evvel haykırdığı gibi Cemil Meriç’in:

Kime yazıyorsun bu mektubu? Elinde hiçbir adres yok. Domuzlar kutsal kitaplarla beslenmez…