Uygur topluluğu tamamen iç self-determinasyon hakkından mahrum bırakılmış durumdadır. Doğu Türkistan, tarihsel olarak birçok Türk devletine ev sahipliği yapmış ancak Çin'in mücadeleleri sonucunda 1949'da Çin Halk Cumhuriyeti tarafından işgal edilmiştir. Bölgenin stratejik konumu, zengin kaynakları ve Soğuk Savaş Dönemi’ndeki tampon bölge rolü, Çin ve diğer ülkeler için önemli hale gelmiştir. Bugün Çin yönetimi altındaki Doğu Türkistan, stratejik kaynakların kontrolü ve Han Çinlilerinin yerleştirilmesi gibi uygulamalarla dikkat çekmektedir. Çin'in bölgeyi bir laboratuvar olarak gördüğü, çeşitli denemeler nedeniyle bölgede kanser vakalarının arttığı ifade edilmektedir.Avukat Buğra Tuncer, uluslararası hukuk bağlamında Doğu Türkistan meselesini şu şekilde değerlendi:
“Birleşmiş Milletler (BM) Sözleşmesi'nin "Özerk Olmayan Ülkelere İlişkin Bildirge" başlıklı 11. bölümündeki 73. maddesi, özerk bölgelerin ekonomik, sosyal ve kültürel konularda dış müdahale olmaksızın faaliyet gösterme hakkına vurgu yapar. Ancak, merkezi yönetim dış politika ve uluslararası güvenlik gibi konularda yetkilidir. Sözleşme, yöneten ülkelerin, özerk bölgelerde yaşayanların çıkarlarını öncelikli tutma yükümlülüğünü içerir. Halkın kültürüne saygı gösterilerek siyasi, ekonomik ve sosyal ilerleme sağlanması amaçlanır. Özetle, özerk bölgelerde yerel yönetimlerin etkin olması ve bölge halkının katılımını sağlamak için uygun sistemlerin kurulması, ekonomik ve sosyal konularda tam bir özerkliği destekler.”
ÇiN, ÖZERKLİK YASASI HAKLARINA UYMUYOR
Ancak, 1945'te kurulan Birleşmiş Milletler' de veto hakkına sahip olan Çin, dünya barışını sağlama amacıyla oluşturulan bu yapıyı kendi ülkesinde uygulamamaktadır. Günümüzde uluslararası hukuka göre devletlerin insancıl konularda çözüm sağlaması beklenir. Bu çerçevede, Çin'in kendi anayasası dışında hazırlanan Özerklik Yasası'ndaki hakları yerine getirmesi gerekmektedir.”
Çin’in hiçbir zaman Özerklik Yasası’ndaki hakları yerine getirmediğini vurgulayan Avukat Buğra Tuncer, sözlerine şöyle devam etti:
SELF-DETERMİNASYON VE DOĞU TÜRKİSTAN
“BM Sözleşmesi'nin 1. maddesi, bütün halkların kendi kaderlerini tayin etme hakkına vurgu yapar, bu hak kapsamında halklar kendi siyasi statülerini özgürce belirler ve ekonomik, sosyal, kültürel gelişmelerini özgürce sağlarlar. Aynı Sözleşme'nin 55. maddesi ise uluslararası barışçıl ilişkiler ve halkların hak eşitliği ilkesine saygı temelinde self-determinasyonun sağlanması için BM'nin sorumluluklarını düzenler. Bu maddeye göre, BM, yaşam düzeylerinin yükseltilmesi, ekonomik iş birliği, uluslararası sorunların çözümü, kültür ve eğitim alanlarında iş birliği gibi konularda halklara yardımcı olmalıdır.”
ünümüzde özellikle gelişmiş ülkelerin kontrolünde yaşayan azınlık gruplara temel hak ve hürriyetleri, bağlı devletler tarafından tam manasıyla tanınmamaktadır. Temel insan haklarından olan ana dilin kullanımı, inanç ve ifade hürriyeti gibi hakları ihlal eden politikalar yürüten devletler hâlen mevcuttur; Çin de bunlardan biridir. Çin'in yıllar boyunca Doğu Türkistan halkına zulüm uyguladığını vurgulayan Avukat Buğra Tuncer, sözlerine şöyle devam etti:
Yine BM Sözleşmesi gereği “Bütün halklar, kendi amaçları doğrultusunda, karşılıklı yarar ilkesine dayanan uluslararası ekonomik iş birliği ve uluslararası hukuktan doğan yükümlülüklerine halel getirmemek (aykırılık teşkil etmemek) kaydıyla kendi doğal zenginliklerinden ve kaynaklarından özgürce yararlanabilirler. Bir halk hiçbir durumda, kendi varlığını sürdürmesi için gerekli olanaklarından yoksun bırakılamaz.” denilmektedir. Buna göre, herhangi bir toplumun en temel hakkı olan kaynaklarının bağımsız bir şekilde kullanımına engel olunmaması gerekmektedir.
BM Sözleşmesi'nin 55. maddesi, barışçıl ve dostça uluslararası ilişkilerin temeli olarak kabul edilen halkların hak eşitliği ve kendi kaderlerini belirleme ilkesine saygı gerekliliğini vurgular. Bu ilkeyi hayata geçirmek için BM, yaşam standartlarını yükseltme, tam istihdam sağlama, ekonomik ve sosyal ilerleme, uluslararası sağlık sorunlarının çözümü, kültür ve eğitim alanlarında iş birliği gibi koşulları oluşturmayı taahhüt eder. Ayrıca, ırk, cinsiyet, dil veya din ayrımı gözetmeksizin tüm bireylerin dünya genelinde insan haklarına ve temel özgürlüklere etkin bir şekilde saygı gösterilmesini kolaylaştırmayı amaçlar. Bu madde, insan hakları, demokratik haklar ve self-determinasyonun önemine vurgu yaparak bu değerlere uyulması gerektiğini ifade eder.”
Çin’in sınırları dahilinde çözümlenememiş ve yine Çin rejimi tarafından ayrılıkçılık olarak değerlendirilen ve görmezden gelinen Uygurlar Türklerinin bağımsızlık talebi, aslında her iki taraf için de en adil seçenek olacağını savunan Avukat Buğra Tuncer sözlerini şöyle noktaladı:
“Çin, 1955'te Doğu Türkistan'ı resmi olarak özerk bölge ilan etmiş olsa da uygulanan ekonomik, siyasi, askeri ve hukuki kısıtlamalar nedeniyle Uygur halkı bu özerklikten yararlanamamaktadır. Sözde özerklik adı altında tanımlanan Sincan bölgesi, aslında iç self-determinasyonun gerektirdiği özerkliğe sahip değildir; çünkü Çin rejimi, bu müessesenin tanıdığı hakları kullanma konusunda bölgeyi kısıtlamıştır. Çözüm ise Çin Halk Cumhuriyeti’nin Doğu Türkistan bölgesinin özerkliğini tanıması ve müdahaleci tutumundan vazgeçmesi uluslararası hukuk bir gereğidir. Ancak Çin yönetimi insancıl hukuk normlarıyla bağdaşmayan eylemlerine devam etmektedir. Uygur Müslümanlarına uluslararası hukukun kurallarına aykırı olarak müdahalelerde bulunmaktadır. Çin yönetimi yine bu bölgede Uygur Türklerine yönelik soykırım suçu işlemeye de devam etmektedir.
Çin Halk Cumhuriyeti özellikle 2017 yılında itibaren artan sistematik bir şekilde soykırım politikalarını Doğu Türkistan bölgesi için sürdürmektedir.
ÇİN YILLAR BOYU SOYKIRIM SUÇU İŞLEMEKTEDİR
Çin Halk Cumhuriyeti’nin soykırım suçu işlediğine dair örnekler vermek gerekirse; doğumları engellemek için tedbirler getirmektedir. 1979 yılından günümüze kadar zorunlu bir şekilde uygulanan doğum kontrol uygulaması ile Doğu Türkistan’da yaşayan kadınların hamile kalması durumu resmi izinlere tabi tutulmuştur. Doğu Türkistanlı ailelere kentlerde yaşayanlar için 2 çocuğa izin verilirken kırsal kesimlerde yaşayan aileler için en fazla 3 çocuğa kadar izin verilmektedir. Yönetim bu kurallara uyulmaması durumunda insan onuru ile bağdaşmayan yöntemlere başvurmaktadır. Ağır para cezaları, keyfi soruşturmalar açıp insanları hapishaneye atmak, hamile kalan kadınları toplama kamplarına alarak onları eğitime tabi tutma adı altında zulüm ve işkenceler ile çocuklarını düşürmeye ikna etme veya kısırlaştırma gibi fiilleri sistematik olarak işlenmiştir. 2019 yılında Wenquan bölgesinde 468 kadının kısırlaştırıldığı bilinmektedir.
Yine başkaca yaşanan İnsan Haklarına aykırı bir durum olan Doğu Türkistanlı çocuklar zorla siyasi kamplara götürülmesi meselesidir. Ailelerinden zorla alınmış olan bu çocukların kamp dışına çıkması yasak olup aileleri ile ayda bir defa görüşebilme imkanları verilmektedir. Söz konusu bu okullarda Doğu Türkistanlı çocuklar siyasi eğitime tabi tutulmaktadır. Çocuklar kendi benlikleri unutturularak asimilasyona maruz kalmaktadır. Bu toplama kamplarından ise birçok çocuktan haber alınamadığı da uluslararası basınında gündemindedir.
Çin Halk Cumhuriyeti’nin tarihsel süreçte sistematik olarak insanları toplama kamplarına aldığı, kamplarda işkencelere başvurulduğu, inanç ve yaşam hürriyetini kısıtlayan, Doğu Türkistanlı ailelerin yanına bir Çinli erkek yerleştirme, yaşanan katliamlar ve daha nicesiyle dünyanın gözü önünde uluslararası hukuku tanımadığı ortadadır. Doğu Türkistan halkı yoğun baskılar altında yaşamakta olup insan hakları açısından hak ihlallerine yoğun şekilde maruz kalmaktadır. Çin Halk Cumhuriyeti’nin Uygur Müslümanlarına yönelik uygulamaları Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Bildirisi ve diğer uluslararası anlaşmalarla güvence altına alınan temel haklara açıkça aykırıdır. Zorla çalıştırma, keyfi tutuklamalar, kitlesel gözaltılar, kültürel asimilasyon çabaları ve diğer ciddi insan hakları ihlalleri uluslararası hukukun normlarıyla bağdaşmamaktadır. Çin Halk Cumhuriyeti’nin politikaları soykırım kriterlerine de uymaktadır.”