Bir köy mezarlığında bütün unvanları, makamları, hırsları, yaşama heyecanını bırakıp da, kucağına “hasreti” alarak ölmenin sevildiği, kavuşmanın umut edildiği sahiciliktir Kars…
Karlar altında kalmış bir çocukluğun, dere başındaki, daha kimseyi eksiltmemiş 10 kişilik bir ailenin uzaklığı gibi Kars… Mağrur durmak isterken boynunu büken, gözlerinden gönül kırıklığı okunan bir doğululuk sanki, kimsesizlik yani… Üşümek gibi adeta… Oysa sıcacık bir yuvadır da aba ve babanın emniyetinde… Ancak artık bir masalın korunaksız platosudur Kars, gidip günü birlik misafirlikler ile dönülecek… Kundağına kar yağmış, kesik bir beyazlıktır Kars…
Bir kış gecesinde, mırıldanılan tersten cümlelerle beyaza bulanık gökyüzüdür. Geçmişe dönük derin bir özlemdir Kars…
Tandıra yapıştırılarak pişirilmiş, biraz yanmış, dumanı üzerinde lavaş ekmeği ve çeçil peyniri…
Güvercinleri…
‘Ezeleri’, ‘bibileri’, ‘abaları’ ile masal kapısının ardında bir kent… Kars…
İçine sığamayıp, göç edilen; ama sonra yokluğuyla her gün bir parça kendinden kaybedilen bir garipler beldesi… Kars!
Dünyanın kirinden uzak, tertemiz, beyaz bir kent… Bazen, belki de damarlarda akan kanın bile donduğu, masallar sayfasından bir kesit ile “Damdan dama atlayan kedinin buz tutarak havada asılı kaldığı” soğuk ötesi çok soğuk şehir… Kars… Dünyada hiçbir yere kar, senin kadar yakışmıyor.
Kendine özgü yalnızlığı ile bir serhat beldesi, başka hiçbir coğrafyada olmayacak kadim insanların diyarı… Sıcağına ‘gaz’ bulaşmamış; hâlâ soba başlarında, her yaşanmışlığa yeni bir hatıra eklenen, hayal zamanların yarı açık penceresi Kars…
Kalesi, bal, kaymak, kaşar ve Doğu Ekspresi, dere, kaz, ketesi ve atları… Katmer, pestil, kıtlama şekeri, demli çayı, ince belli bardağı, gravyer peyniri, harabeleri, vadileri, gölü ve elbette Sarıkamış’ı…
Çarlık yıllarından mülhem Rus mimarisi yapıları, Baltık izleri ve titizlikle çizilmiş şehir planlaması, birbirine paralel geniş caddeleri ile Kars…
Azeri türkülerine, Ermeni ezgileri karışıyor; Türk ve Rus mimari yapıları birbirinde kayboluyor; Türkmenler, Malakanlar, Almanlar’la bütünleşiyor. Eski belediye binasının önündeki yaşlı ağaçlar ve dükkânlardan sokağa taşan Kürtçe nağmeler, Kars’ın renkli kimliğini ele veriyor.
Kars, hayat gibi, hüzün gibi; sahici ve gri… Doğu’nun en doğusu, yalnızlığın sınırında bir diyar… İç sesin, şehrin sessizliğine baskın geldiği; huzur dolu beyaz bir kent… Bütün bir yıl sobanın yandığı, baca dumanı kokan romantik kent… Türkülerin ısıttığı, hohlasan adeta yıldızların buğulanacağı eşsiz, bakir bir toprak…
İmkânsızlığın, yoksulluğun, yokluğun, uzaklığın düz coğrafyası, kederli bir kent…
Fakir, gururlu, mert, vatansever, yardımsever ve zamandan soyutlanmış insanların toprağı…
Kars!
Yaş büyüyor; gelenler, gidenleri görmüyor. Bağından ve bağlarından kopuyor sonrakiler. Yaş büyüdükçe şimdi ölümden bir şeyler umuluyor, bir şeyler bekleniyor.
Bugün Doğu Ekspresi ile salkım saçak Batı’dan Doğu’ya taşınan sosyal medya ergenlerinin ne kadarı inceliğini ve ruhunu resmedebiliyor Kars’ın?
Instagram sayfasında “beğeni” almak için ‘iki parmağı’ ile zafer işareti yapıp fotoğraf çektirdiği o toprağın altında, zafere ulaşmak için can verenlerin olduğunu biliyor mu mesela?
Ruslar’ın ve Ermeniler’in “Doğu insanı” üzerinde uyguladığı mezalimi, bir ara müstakil devlet bile olan Kars’ın ‘engebeler ile dolu’ tarihini okumuş mudur örneğin?
Doğu Ekspresi’nin yolcularını biraz da tarihin derinliklerine doğru götürmesini ne çok isterdim aslında…