Doğu Akdeniz’de gerilimin dozu, bölge dışındaki siyasi aktörlerin desteğiyle her geçen gün artıyor. Bu aktörlerin başında ABD geliyor. ABD’nin Doğu Akdeniz veyahut Ortadoğu siyasetinin merkezinde kurulduğu günden beri İsrail vardır. Özellikle 1967’deki Arap-İsrail savaşından sonra iki devlet arasında bağlar daha da güçlendi ve ABD İsrail’in hamisi rolünü oynamaya başladı. Bu nedenle Amerika’nın Doğu Akdeniz’e yönelik alacağı kararların İsrail’in siyasetiyle çatışmamasına dikkat edilir. Hal böyle olunca Beyaz Saray birçok noktada Türkiye’nin hassasiyetlerini görmezden gelebiliyor.
Washington’un birinci önceliği İsrail’in bölgedeki yarı dışlanmış devlet statüsünü ortadan kaldırmaktır. Doğu Akdeniz Gaz Forumu başta olmak üzere diğer tüm siyasi, askeri ve ekonomik girişimlerin odağında veyahut yeni jeopolitik denklemin kurgusunda bu husus ön planda yer alıyor.
ABD’nin, “NATO dışı en güvenilir müttefik” şeklinde tanımladığı İsrail, tarihinde ilk kez bölgedeki yalnızlık duvarlarını aşmayı başardı. Bu, büyük ölçüde Arap Baharı ve sonrasında ortaya çıkan Doğu Akdeniz kriziyle sağlandı.
NATO’nun Akdeniz Diyaloğu içerisindeki İsrail’in en büyük beklentisi NATO üyesi olmaktır. Bu sayede yeni bir güvenlik zırhı kazanacağını hesap eden Tel Aviv Yönetimi, aynı zamanda NATO üyesi ülkelerin olası tehdidinden korunacağını düşünmektedir.
İsrail resmi makamlarına göre ABD ve NATO, gelişmiş silahlara sahip olmaya çalışan Türkiye’ye güvenmekle hayal kırıklığına uğrayabilir. Mevcut konjonktür içerisinde İsrail’in desteklemeyi uygun gördüğü politikalardan birisi de Türkiye’nin NATO savunmasının dışına çıkarılmasıdır. Diğer bir ifadeyle Türkiye ile NATO’nun yollarının ayrılmasıdır. Ancak böyle bir siyasi gelişmelerin nasıl bir domino etkisi yaratacağını ve nasıl bir maliyete yol açacağını kestirmek oldukça güç bir durumdur.
ABD ile NATO Müttefiki Türkiye arasında giderek artan askeri ve siyasi anlaşmazlıklardan yeterli düzeyde istifade etmek, İsrail için ciddi bir kazanım olarak yorumlanmaktadır. Fakat İsrail ile Türkiye’nin çatışmasından ziyade işbirliği yapmasını savunanlar bu görüşe karşı çıkmaktadır.
İsrail ile Türkiye önderliğinde bölgesel işbirlikleri inşa etmenin hem bölgesel hem de küresel barışa daha çok katkı sağlayacağını ileri süren görüşlere göre, bu yolun kapısı ortak enerji projelerinden geçmektedir. Birinci proje, İsrail’in doğalgaz sahası Leviathan ve Tamar’daki gazın Türkiye üzerinden Avrupa’ya iletilmesidir.
Ancak bu projenin hayata geçirilebilmesi sanıldığı kadar kolay değildir. İsrail ile yaşanılan sorunlar bir yana, öncelikle Güney Kıbrıs ile Yunanistan engelinin aşılması ve ardından AB’nin desteğinin alınması gerekiyor. AB üyesi Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın bu süreci başlamadan bitireceği şimdiden bellidir. Şayet doğalgaz satımında AB pazarı hedefleniyorsa ki öyle, Yunanistan ve Güney Kıbrıs’a rağmen, Türkiye ile İsrail’in ortak hareket etmesinden herhangi bir olumlu sonuç meydana gelmez. Kaldı ki İsrail ile Türkiye’nin bunca hadiseden sonra işbirliğine yönelmesi, İsrail’in başta Mısır, Güney Kıbrıs ve Yunanistan olmak üzere bölge ülkeleriyle Türkiye karşıtlığı üzerinden geliştirdiği ilişkileri dinamitleyebilir ve İsrail’i yeniden bölgede yalnızlığa itebilir.