Kıbrıs meselesi, Doğu Akdeniz’de birçok devletin ulusal güvenliğini yakından ilgilendiren önemli bir konudur. Meselenin bilinen tarafları iki kesimli, iki toplumlu, federal bir çözüm için yıllardır uğraş verirken; sorunun gizli, görünmeyen tarafları ise, çözümsüzlük yolunda her türlü çabayı harcamaktan geri durmamaktadır.
Kıbrıs, Akdeniz’in Ortadoğu’yu kontrol eden en stratejik adası. Bu nedenle jeopolitik değeri çok yüksek. Geçmişte de böyleydi. Ortadoğu ile Akdeniz arasındaki bağlantının kurulmasında, Kıbrıs’ın her çağda özel bir değeri olmuştur.
Klasik sömürge yöntemi sona ermiş olduğundan, bölgedeki konumunu güçlendirmek isteyen devletler Kıbrıs’ta toprak, nüfus ve üs elde etmek için birbirleriyle kıyasıya mücadele etmektedirler. Örneğin bugün Güney Kıbrıs’ta, Rusya ve SSCB göçmenleri tarafından kurulan bir siyasi parti bulunmaktadır. Benzer şekilde, adada yaşayan Türk ve Rum olmayan insanların sayısı her geçen gün çoğalmaktadır.
Adanın kuzeyinde de durum çok farklı değil. Burada da hem nüfus, hem de mülkiyet çeşitliliği giderek artmaktadır. Özellikle toprak satışları yoluyla mülkiyet hızlı bir şekilde el değiştirmektedir. Fakat bu noktada bazı ilginç rivayetler kamuoyunu meşgul etmektedir. Rivayet kısaca şudur: Taşınmaz Mal Komisyonu tarafından Türkleştirilen tapular, bazı aracılar tarafından yabancılara satılmaktadır.
Malum olduğu üzere şimdiye kadar Komisyon, başvuruda bulunanlara mallarının bedeli olarak yaklaşık 304 milyon Sterlin tazminat ödemiştir. Ortalıkta dolaşan rivayetlere göre; Komisyon tarafından tazmin edilen topraklardan, tapu sahibi Türklere herhangi bir bilgilendirme yapılmamaktadır. Bunu bilen aracılar da tazmin edilmiş toprakları sessiz sedasız bir şekilde yabancılara satmaktadır. Eğer bu rivayetler doğruysa durum çok vahim demektir.
Doğu Akdeniz ve Ege’de, Türkiye ile Yunanistan arasındaki anlaşmazlıklar öne çıkarılsa da, işin gerisinde daha büyük planların var olduğu anlaşılmaktadır. Bu çerçevede Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaşmasının en mantıklı yol olduğuna dair en küçük bir şüphe bulunmazken, Türkiye’nin böyle bir işbirliğinden uzak tutulması kolayca anlaşabilecek bir konu değildir.
Aynı ölçüde, adadaki doğalgaz ve petrol kaynaklarının, Kıbrıs meselesine kapsamlı bir çözüm sağlanmadan, bu kaynakların tasarrufunda yetkili olarak sadece Rumların görülmesi, doğal kaynakların toplumlar arasında adilane paylaşılması prensibine aykırıdır.
Diğer taraftan, İngiltere’nin adadaki askeri üslerine F-35 tipi savaş uçaklarını konuşlandırmaya başlaması, ABD ve Fransa’nın adada üs kurma çabaları gibi askeri faaliyetler, Kıbrıs sorunundan bağımsız bir biçimde ele alınabilir mi?
Fatih sondaj gemisinde çalışanlar ve TPAO ile işbirliği yapan şirketlerin yetkilileri hakkında tutuklama emri çıkartılması, hukuki ve siyasi yönü bir tarafa, Türkiye’nin deniz jeolojisi ve teknolojisi alanında yeterli insan kaynağına sahip olmadığına işaret etmektedir. Offshore petrol ve gaz endüstrisinde meydana gelen gelişmeler, enerji şirketleri arasındaki rekabeti artırmaktadır. Bu sebeple Türkiye’nin bu rekabetçi ortamda çalışabilecek kendi insan kaynağını, üniversiteleri aracılığıyla gecikmeksizin yetiştirmesi gerekmektedir.