Dobra

Abone Ol

Gelen bütün eleştirilere hepimiz kandırıldık diyoruz. Şahsen kendim de aynı hissi taşıyorum. Ne kadar temkinli olursak olalım, bu kadarını beklemiyorduk. Oluşturulan Truva atının bizim değerlerimizle kaplanması zayıf yanımızdan vurdu diyebilir miyiz? Israrla devlet alanından uzaklaştırılmaya çalışılan biz zencilerin “denize düşen yılana sarılır” refleksiyle hareket ettiğini söyleyebilir miyiz? Dindar insanlarda “Allah korkusu olur” bilgisini referans kabul etmediğimizi söyleyebilir miyiz? En basit öngörüyle, olumlu bulduğumuz işlerini sürdürmeleri için bazı kusurlarını görmemezlikten geldik diyebilir miyiz?

Daha başka nedenler de sıralayabilirim. Ama gerçek nedene, bize bu hatayı yaptıran nedene kimse bakmıyor. İnsanlar okuduklarından, duyduklarından, gördüklerinden çok yaşadıklarına inanır. 27 Mayıs’ları yaşadık. Seçtiğimiz adamı asıp yıllarca bize bayram diye kutlattılar. 12 Eylülleri yaşadık. Hala 28 Şubat’ın travmasını üzerimizden attığımızı söyleyemeyiz. Dövüldük, sövüldük, vurulduk, daha kötüsü hep aşağılandık. Gırgır’daki burnu sivilceli, ağzı salyalı tek dişi kalmış korkunç Müslüman tiplemelerini hiç unutmadık. Kutsal isimlerimizi alay konusu yapan sinema filmlerini, Şaban’ı, Ramazan’ı hiç unutmadık. Namaz kılıp stok yapan ırz düşmanı bakkal amcayı hiç unutmadık.

Çocuklarımıza bizi romanlarda, sinemalarda, şiirlerde ikiyüzlü, üçkağıtçı, gerici, yobaz, namus düşmanı olarak anlattılar. Bütün iletişim kaynaklarımız kesilmişti. Elimizi kaldırıp yalan bunlar, biz öyle değiliz diyorduk. Duyuramıyorduk. Vatanın, devletin bekası için sustuk. İlhami Atmaca’nın sanat konusundaki yazısını asla unutmuyorum. Taassup altında kendi sanatımızı ebruya, çiniye, börtü böceğe sıkıştırmıştık. Onlara iletişimin ve geleceğin anahtarlarını altın tepside sunduk. Kendi sesimizi kendimiz kıstık. Hoparlörleri, kalemleri, renkleri onlara verdik. Kabul edelim, çok sıkıcıydık.

Ne zaman biraz nefes alsak, ne zaman bırakın iktidarı sadece görünür hale gelsek tepemize basan postalların izleri hala silinmedi. Basının manşetleri silinmedi. Televizyonlardan soframızdaki çorbamıza sıçrayan eski sinema sanatçılarının salyaları hala temizlenmedi. Hem birey olarak, hem sosyal olarak bunları yaşadık. O zorba devleti, zulümlerini biz yaşadık. İnsan onuru için yaşar. Onurumuzla oynandı. Bu işkenceden, hapislerde sürünmekten, öldürülmekten daha büyük bir travmadır. Bütün kesimler şunu kabul ediyor: Devlet içinde bütün bunları organize eden bir güç vardı.

Bu güç yargıyı ve güvenliği elinde tutuyor, 27 Mayıs Anayasasıyla seçilmişleri kurumlar aracılığıyla atanmışların eline veriyordu. Bu ülke bağımsız olamıyordu. Ortadoğu rejimlerinde olduğu gibi bir grup azınlığı iktidarda tutan erkler devleti yönetebiliyordu. Siyaset şamar oğlanıydı. Bunları yaşadık. Yaşadığımıza inandık. Ondan dolayıdır Ergenekon gibi soruşturmaların çok üzerine gidemeyişimiz. Bu travmaları yaşatanlara sahip çıkmak istemiyorduk. Bilinçaltımızda o ezilen gururumuz vardı.

Bir de aydınlanmacı geçinen ama faşistlerin yanından yardakçılığından asla vazgeçmeyen, biz dövüldükçe “oh” çeken, hatta o eli sopalı devlete bunları dövün diye bizi gösteren, dünyadaki örneklerine hiç benzemeyen bir acayip “sol” vardı. “Kendini solcu sanan aşırı sağcılar” vardı. Kendilerine halk diyen ama halkı aşağılayan devşirmelerin kukla medya tarafından yükseltilmiş sesi, gerçek halkın hıçkırıklarını bastırıyordu. Ve elele vererek Adnan Menderes’i astıkları gibi BİZİM SEÇTİĞİMİZ İKTİDARA VE ONUN YÖNETİCİLERİNE SALDIRDILAR. Daha yolun başında bayrak mitingleri, 367 garabeti, kapatma davası ile karşılaştık.

Bütün bu ahval ve şerait içinde yılana sarılmaksa sarıldık, kandırılmaksa kandırıldık. Dün sorduğumu bugün de soruyorum: Biz hatanın neresinden dönersek kardır demiş ve mücadeleyi seçmişsek, sizin bu kucak kucağa durumunuz hangi mantıkla izah edilebilecektir? Hapislerde suçsuz yere yıllarca yattığını iddia eden beyler, iktidara vuruyorsunuz ama asıl müsebbiplerinizle kol kolasınız? Onlara güveniyorsanız siz zaten suçluydunuz, ağlamayın, yok farkındaysanız bugün suç işliyorsunuz.

Arkadaş bizde derler ki; “Hırsızın hiç mi günahı yok?”