İktidarın ‘terörsüz Türkiye’ yürüyüşünün hızına yetişilemiyor. CHP de hıza yetişemeyenlerden. Bu süreç ve kararlılık, CHP’nin, ‘gündelik siyaset’le oyalanırkenuzun vadeli siyaset kuramadığını ortaya çıkardı.
Yerel seçim sonuçlarını esas alıp Türkiye’nin birinci partisi olduğunu iddia ediyorsan gereğini de yapmalısın. Gereği nedir? Ufkunu genişletmek, dersine çalışmak veülkeyi tüm sorunlarıyla kucaklamak.
En alt düzeyden tarif edersek; iktidarın sorunların üzerine gidiş hızına erişebilmeli ve ondan daha iyisini yapacağını gösterebilmelisin.
CHP’nin handikapları
CHP’nin 1 Ekim’de başlayan sürecin gerisinde kalmasının sebepleri konuşulabilir.
Her şeyden önce CHP’ye yakın yazarlar, kanaat önderleri, akademisyenler bu konuda partilerine olumlu katkı sunmuyorlar. Yapılanları küçümsüyor, açıktan ya da gizliden kötülüyor, konuşulan kavramları kriminalize etmeye çalışıyor ve sürekli olumsuzluk yayıyorlar. CHP, siyasi bir ‘aktör’ olarak sürece katılmak istiyorsa onun adına düşünme ve konuşma iddiasındaki entelektüellerini aşması gerekiyor.
CHP tabanı da terörle mücadele, PKK’nın silah bırakması gibi konulara yeterince heyecan duymuyor. “Nerden çıktı bu iş?” havasında, belli bir mesafeyi koruyarak izliyor.
Kürt sorununa yaklaşımda, CHP’nin tarihinden getirdiği kısıtlılıkları da var. CHP, Kürt sorunuyla hatta Kürtlerle hasbelkader muhatap olmuş, istemeden maruz kalmış bir parti. Dolayısıyla CHP’nin Kürt sorununa, terör belasına ilişkin planı, projesi, programı ya da yol haritası yok.
Tam yeri ve tam zamanı
Türkiye, altı ayda terörden kurtulma yolunda çok kıymetli bir aşamaya geldi. Bundan sonrasında sorunlar, engeller çıkmaz mı? Provokasyonlar yaşanmaz mı? Zaman kayıpları olmaz mı? Bunların hepsi mümkün. Ancak alınan mesafe ortada. Çözümü bu noktaya getiren irade, bundan sonrasına da taşıyabilir.
Tam da bu aşamada CHP adına yeni bir dönemi başlatma şansı yakaladığıkonuşulan İmamoğlu, cumhurbaşkanı aday adaylığını ilan etti ve 23 Mart için kampanyasını başlattı. Geçtiğimiz hafta sonu dört ilde toplantısı vardı.
Bunların içinde diğerlerinden farklı olan tek şehir Diyarbakır idi. Gündemi orada yakalayabilir, kendisi ve partisi adına yeni şeyler söyleyebilirdi. Tam yeri ve tam zamanıydı.
İmamoğlu Diyarbakır’da
Sezgin Tanrıkulu, İmamoğlu’nu kürsüye çağırırken “cumhurbaşkanı adayımız” anonsu yaptı. Her şey açık olsa da demokratik nezaketin ve seçmene saygının gereği, bir hafta beklenmesi gerekmez miydi? Beklenmedi.
İmamoğlu, konuşmasında sorunun özüne dair bir cümle etmedi.
Kendisinden CHP adına, paradigma değişikliği anlamına gelecek bir söz de duymadık.
Bir perspektif ortaya koymadı. Bir ufuk göstermedi. Gelinen noktanın ilerisinde bir menzil tarif edemedi. Silahların susmasına, örgütün kendini feshetmesine dair bir konu da açmadı.
Bahçeli kadar cesaretli, Demirtaş kadar hazırlıklı olmadığı anlaşıldı. Onların yukarıya çıkardığı çıtanın yakınına dahi yaklaşamadı. Söyledikleri bugüne kadar duyduğumuzcesur ve kararlı sözlerin gölgesinde kaldı.
Peki ne dedi?
İmamoğlu Diyarbakır’da beylik sözler söyledi. Diyarbakır’ın tarihine, bugününe övgüler düzdü, bilgeliğine selam gönderdi. “Benim köyüm neyse Diyarbakır’ın köyü de aynı; orası da sizin, burası da bizim.” dedi. Boynunda atkısıyla Amedspor’abaşarılar diledi.
Aklı, milliyetçi seçmenin tepkisini çekmemekte kalmıştı. Söyleyeceklerinin Mansur Yavaş’a malzeme vermesini istemiyordu. Selahattin Demirtaş’ın hapiste kalmasına itirazının peşine Ümit Özdağ’ı ekledi.
Nevruzu Kürtçe kutlayarak bitirdi konuşmasını. Dinleyiciler kim bilir kaç kez duydukları bu sözden ne kadar etkilenmiş olabilirler?
Kısacası İmamoğlu, Diyarbakır’da günü kurtarmaya çalışan politikacıların yaptığını yaptı. Günü kurtarsa da yarın hatırlanacak bir iz bırakmadan geldi, geçti.