Diyarbakır notları-I

Abone Ol

Geçtiğimiz hafta sonu Diyarbakır da idim.

Çatışmaların sürdüğü Sur semtin de olup bitenleri gözlemledim.

Şehri gezdim, esnafla, vatandaşla konuştum.

Göç edip başka mahallere yerleşmek zorunda kalmış yoksul vatandaşlara kulak verdim.

Şartları ne olursa olsun misafirperverliklerinden, mertliklerinden zerre taviz vermeyen bu güzel insanların fakirhanelerine misafir oldum.

Yemek sofralarına buyur edildim.

Çaylarını içtim.

“Yaşadıklarını, anlattıklarını yarın ki yazımda sizlerle paylaşacağım”.

Öncesinde bu tarih kokan kadim şehrin, en güzel, en otantik semti Sur’un ne hale geldiğini dilim döndükçe ve kalemim el verdikçe paylaşmak istiyorum.

Çok değerli iki dostum, Esad Çavundur ağabeyim ve Şükran Yılmaz kardeşim 2 gün boyunca beni hiç yalnız bırakmadılar, öyle ki bu misafirperverlikleri beni fena mahcup etti bir kez daha.

Diğer dostlarımı da unutmadım elbet.

Hepsine şükran dolusu teşekkür.

Esad ağabeyim ve gazeteci dostum Sait Bayram ile birlikte yoğun çatışmalardan sonra sokağa çıkma yasağının kaldırıldığı Abdal Dede ve Ziya Gökalp mahallerini dolaştım.

Karşılaştığım manzara haber merkezlerimize düşen enkaz görüntülerinden çok daha ürkütücü ve hüzün verici idi.

Dar sokaklarda tedirgin bir şekilde ilerliyoruz.

Silah ve patlayıcı sesleri.

Hava da yoğun barut kokusu.

Harabeye dönmüş evler.

Tuzla buz olmuş tarihi yapılar.

Derin yarıkların oluştuğu yollar.

Kurşun delikleri dolu pencereler, duvarlar.

Tahrip olmuş dükkanlar.

Hayalet şehri andıran dar sokaklar.

Çok değil hemen 200 metre gerimizde, ana cadde üzerinde akıp giden bir hayat.

Ama bur da derin bir sessizlik ve acı.

Ne yaman bir çelişki.

Asurlulardan, perslere.

Hititlerden, Urartulara.

Abbasilerden , Sümerlere.

Selçukludan, Osmanlıya.

Sayısız büyük medeniyetlere, uygarlıklara ev sahipliği yapmış,

Mezopotamya’nın bu eşsiz tarih şehri Diyarbakır’ın merkezi, en eski mahallesi Sur.

Bugün artık tarih kitaplarının en nadide köşesinde güzel bir hatıra olarak kalacak.

Oysaki daha dün bu tarih elimizin altında, gözümüzün önünde, içinde nefes alıp verilen,

hayatların var olduğu bir güzellikti.

Dünyanın gıpta ile baktığı en nadide mirasımızdı.

Şimdi yerle bir oldu.

Bu daha anlattıklarımın sadece küçük bir kısmı.

Çatışmaların ve operasyonların devam ettiği mahallerde gördüklerim neredeyse Kobane’yi bile aratacak durumda idi.

Bir çok sokak ve mahallede sadece en kaz ve moloz yığınları vardı.

Küçük bir parçası dahi sağ kalmış bir yapıyı ancak tek tük görebildim.

Koca bir tarih,

insanı cezbeden o otantik doku yok olup gitmişti.

Tüm bunların yanında, en azından fazla zarar görmemiş tarihi yapıları görmek beni bir çocuk gibi sevindiriyordu.

Oh be!

Ne kurtarabilirsek bizim için en istisna mutluluk deyip, bu cehennemin sona ermesini diledim içimden defalarca.

Diyarbakırlı kardeşlerim ve hemşerilerim de benimle aynı duygu ve dilekleri paylaşıyordu.

Sadece oranın insanı olduğunu söyleyip,

Oranın insanından beslenen “Kürt siyasetçileri hariç”…

Nasipse devamı yarın…