Günümüzde gençler üzerine yapılan bütün tartışmaların merkezinde…
“Gençlik elden gitti. Dijital medya onları esir aldı. Artık ümit kalmadı” hayıflanması yatıyor. Bir yönüyle doğru. Fakat gençler kendiliğinden bir yere gitmedi. Bu işler öyle kendiliğinden olmadı.
Biz büyük savrulmalar ve trajediler toplumuyuz. Büyüdükçe yediğimiz sillelerin ağırlığı da değişti. Kendimizi korumaya çalıştıkça fire verdik. Bu fire sadece toprak kaybı, zenginlik filan… Onlarla sınırlı kalmadı.
Bugünkü Türk, Ergenekon’dan çıkan Türk’ün süreğidir. İl Kağan’dan bugüne dünyanın dört bir yanına dağılmış olan bu asil milletin devamıdır. Boyları, beylikleri, devletleri… Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet bu ana omurganın birer parçasıdır.
Yani toplumsal dinamikler üzerindeki eksen kayması ile ana omurgadaki yapı bozukluğu arasında büyük farklılıklar var.
Tarih bize bir şey anlatır: “Bugünü ben kurdum! Sen kurduğum düzen üzre varlığını sürdürüyorsun.”
Gençlerle ilgili hayıflanmamızın yönünü inkıtalardan, basiretsizliklerden, eksen kaymasından, tarihi hafızaya boşvermişlikten çevirmek durumundayız.
Oğuz Kağan ve Asrı Saadet gençliği ile çağ açıp çağ kapatan Osmanlı gençliği…
Asım gençliği ile Büyük Doğu ve Diriliş Nesli arasındaki rabıtada gizlidir işin sırrı. İşi başkalarına ihale ederek sıyrılamayız bu durumdan.
Nurettin Topçu, “Bin nedametle nihayet anladık ki dünyada belki her şeyi bulmak kolay, kendini bulmak zormuş. Kendimizi nerede bulalım? Kendi dışımızda nereye koştuksa gurbette kaldık” (Var Olmak) veciz sözü tam da bunu anlatır.
Kendi gurbetimiz(d)e bile yabancı bırakıldığımız bir çağda…
“Gençliğim eyvah” diyerek…
Daha da önemlisi, “Efendiler, bırakın köhne terbiye kurallarını. Gençler yeni dünyayı bizden daha iyi tanıyor ve biliyor” diyerek sokakların insafına bıraktığımız gençlere kabahat bulmayalım.
Eğitim sistemi ortada…
STK’ların durumu ortada…
Gençlerin önüne koyduğumuz hedefler ortada…
Gençleri köklü bir medeniyetin suyu ile beslemeyenler oturup düşünmeli…
Akif merhum, “Asım’ın Nesli” ile işte bu rabıtayı bizlere yeniden hatırlatıyor ve diyordu ki: “Sen ki Asım’ın neslisin, çiğnetme namusunu/ At üstünden korkunun ve gafletin kâbusunu/ Ateşler yakıp Nemrut misali, atsalar seni/ Sakın hâ! Terk etmeyesin, imanını, dinini…”
Bu mısralar bugünün gençliği için hiçbir şey ifade etmiyor değil mi?
Günümüz gençliğinin değer heybesinde son model arabalar, en üst teknolojiyle donatılmış akıllı cep telefonları, fiyakalı elbiseler, gürültülü-janjanlı eğlence mekânlarından başka bir şey yok.
Seküleri, İslamcısı, burjusavı, köylüsü aynı…
Zihinlerinde ise hiçbir entelektüel, tarihi, akli bir merak yok…
Şiirde dillenen Hocazade, Köse İmam, Köse İmam’ın oğlu Asım ve Hocazade’nin oğlu Emin bize Demirci Kava’dan günümüze asil Türk milletinin taşıdığı değerleri memleket meseleleri üzerinden anlatır.
Ve dahası…
Asım, Efendimizin gözbebeği, “arıların koruduğu kimse” olan Asım bin Sabit’tir.
Üstad Necip Fazıl’ın Büyük Doğu Nesli de aynı ayak izlerine basarak yürür. Bu nesil, sabiteleri ve değişkenleri ile öncülerine benzer. Ehlisünnet inancı, tasavvufi gelenek ve Türk kimliği ana ilkeleridir.
Bu nesli korumanın iki yolu olduğunu bilir üstad. Birisi irfan, diğeri ise hikmet.
Ve can alıcı tespitini söyler: “Türk, Müslüman olduktan sonra Türk’tür.” Büyük Doğu Nesli için milliyetçilik “inanç” ve “değerler” üzerine kurulur ve yükselir.
Bu ana izleri takip eden ve daha derinlikli bir içeriğe büründüren Sezai Karakoç’un Diriliş Nesli de aynı hedeflere yürümektedir.
Diriliş erlerinin ana gayesi bir ‘erdem devleti’ kurmaktır. Bu devlet her şeyden evvel bir İslam ideası devleti olmalıdır. Diriliş erinin görevi de, “Yeni bir insan ve toplum psikolojisi oluşturmak için amansız kültür savaşının öncüsü olmaktır.”
Şifre basit: İnsan önce kendi içinde Müslüman olacak, sonra bunu çevresine yayacak!
Diriliş Nesli’nin kuracağı erdem devletini kurmanın yolu ise…
Geçmişte özü yitirilen varoluş şuurunun yeniden kazanılması…
Bu yolda köklü ve sürekli bir girişimin başlatılması ile mümkün olacaktır.
Böyle bir girişimi de ancak Diriliş Nesli başlatabilir.
Böylesine derin çizgilerle hatları belirlenmiş bir Türk Nesli haritası önünde…
Şimdi hep birlikte hayıflanalım:
“Bu gençlik nereden geldi, nereye gidiyor? Bir Diriliş Türk Gençliği zamanı gelmedi mi?..”