Dindar ve İslamcı retoriği Mümin ve Müslüman pratiği…

Abone Ol

”Dindarlık” ve ”İslamcılık” kavramları bir iman ediş biçiminden çok, siyasal bir baskı neticesinde bir zorunluluktan doğdu.

”Mümin” ve ”Müslüman” demenin suç teşkil ettiği uzun bir siyasi baskı döneminde böyle bir ifade biçimine başvurulması ideolojik bir retoriği, içeriksiz bir ”Müslümanlığı” ortaya çıkardı.

”İslamcılık” baskıya karşı bir reaksiyon, ”Dindarlık” aksiyon ve reaksiyon dışı kendi halinde bir ”Müslümanlık” biçiminde tezahürü aslında ideolojik bir durumdur.

”İslamcılık” bir rakip ”düşman” pozisyonu içinde biçimlenirken, ”Dindarlık” boyun eğen ve entegre olmaya müsait, yumuşak ve ılıman olarak kaldı.

”Ilıman İslam” bu ”dindar” kesimden türetilerek, reaksiyon ”İslamcılığa” karşı bir yapı haline dönüştürüldü.

Mümin ve Müslüman pratiği ile dindarlık ve İslamcılık retoriği arasındaki bağ siyaset üzerinden kurulmuştu.

Artık belli bir sürecin ardından ”Müminler” dindardı, ”Müslümanlar” İslamcıydı.

Dindarlık, elçisiz bir kulluğa, İslamcılık, ‘abduhu ve Resulühu” ‘suz bir ”La ilahe illallah” ‘a evrilmişti.

Resulsüz kulluğun pozitivist iman arayışı ve edebiyatı biteviye sürdü.

”Abduhu ve Resulühu” suz İslamcılığın edebiyatı çevrimlendi.

Dindarlık’ ve ‘İslamcılık’, Türkiye de hükmünü uzun zaman icra eden ehli küfür rejimin baskısı altında, ”La ilahe İllallah, Muhammed’un abduhu ve Resulühu” tevhidinin içeriksiz bir retorik haline getirilişinin hazin hikâyesidir.

Bu hikâye, Medine karşısına Şam’ı diken Emeviler’le denenmiş, Abbasiler’le sürdürülmüş bir hikâyenin ehli küffar eliyle üretilmiş post-modern bir versiyonuydu.

Kayıt dışı, Mümin ve Müslüman pratiğin içeriksiz hale getirilmesi için ekonomik hayatlarının kayıt altına alınması kifayet etmiyordu. Mümin ve Müslümanların ”Dindar” ve ”İslamcı” tanımlama içinde kayıt altına alınması gerekiyordu. Kayıt altına girmeyen kısmı, ekonomik olmadığı gibi itibari değildi.

İslam’ın itibarsızlaştırılma hikâyesi, ”Dindarlık” ve ”İslamcılık” eliyle Mümin ve Müslüman pratiğin içinin boşaltılmasıyla mümkün olacaktı.

”Allahu Ekber” demenin, ”La İlahe İllallah” demenin terörist bir slogana evrilme süreci, ”Dindar/Selefi”ler ile ”Radikal İslamcılar” denilen modern ”bid’at”ın bir neticesidir.

Bu bid’at neticesinde, Müminlerin ”aşk”ını söndürerek Müslümanlar’ın ”ceht”ini bitirmek istediler.

Başlarına diktikleri kadrolu ‘alimler/hocalar’ ve ‘şeyhler’ vasıtasıyla, ”Dindarlık” adı altında rasyonelleştirilen Müslümanlar, sürüler haline getirilerek, verdikleri sütü pastörize edebilecekleri ve istedikleri şekilde paketleyebilecekleri kayıt içi endüstri alanlarına çektiler.

Yine kayıt içi çevirmeler üzerinden ürettikleri ‘radikal aydın ve entelektüeller’ ile ‘İslamcılık’ adı altında, Müslümanları irrasyonelleştirerek, ‘İslam’ın itibarsızlaştırılması için terörle endekslenebilecek ideolojik alana hapsettiler.

Böylece ”Dindarlık ve İslamcılık” adı altında aşksız ve sanatsız ve ahlaksız bir retorik oluşmuş oldu.

Elbette yeryüzünün müstekbir muktedirlerin bir hesabı olduğu gibi Allah’ın da bir hesabı vardı vesselam…