Çoğu insan siyaseti ihanet ve fırsatçılığa dayalı bir dünya olarak anlamaktadır. Oysa dinin esas olarak dürüstlük, güvenilirlik, iyilik ve fedakârlık temeli üzerinde yükseldiğini biliyoruz. Peki bu ikisi aynı ortamda nasıl buluşabilir?
Nebilerin mesajı siyaseti dürüstlük, güven ve iyilik temeline oturtmak için gelmiştir. Aynı şekilde dürüstlüğün otoritesini siyasetin gadrine kolayca galip kılmak için gelmiştir.
Günümüzde yeryüzündeki tüm insanların yaşadıkları sorunlar; çevre kirliliği sorunlarından terörizm ve yolsuzluklara, bildiğimiz çatışmalardan bilmediklerimize kadar günümüzde ve geçmişte yaşanan tümacılar, siyasetin dürüstlük, güven ve baskıyla olan ilişkisinden kaynaklanmaktadır.
Kur’an’a göre iki tip millet/din vardır: “O kâfirler (kendi içlerinden gönderilen) elçilere şunu söylediler: “Ne pahasına olursa olsun ya sizi ülkemizden çıkarırız ya da dinimize dönersiniz; bunun başka yolu yok.” (İbrahim 14:13) diyen kavimlerin dini ve “Allah bizi kurtardıktan sonra tutar dininize dönersek Allah’a karşı tam bir yalan uydurmuş oluruz. Dininize dönmemiz olacak şey değildir…” (A’râf 7:89) diyen nebilerin dini. Nebiler dünyasının dürüstlük ve adalet, kavimler dünyasının ise zulüm ve hıyanet üzerine kurulu olduğunu şahsen çok net görebiliyorum.
Nebilerin çağrısı, hükümleri değiştirmeye ve yeni yaptırım türleri uygulamaya değil, toplumu ıslah edip adaleti sağlam bir şekilde yerleştirmeyedir. Bu siyasal reform, tevhit unsurlarının bir boyutudur. Zira tevhit; insanlığın müstekbir kodamanlara itaat etmekten kurtulup sadece Allah’a ve yasalarına boyun eğmesidir.
Şu hususu sıklıkla dile getiriyorum: “Tevhit gayba ilişkin metafizik bir mesele değildir. Aksine tevhit;sosyal ve siyasal bir meseledir.” Nitekim Kur’an-ı Kerim bu hakikati şu üç kısa ibareyle anlatmaktadır: “Sizinle aramızdaki şu ortak ilkeye gelin: Allah’tan başkasına kulluk etmeyeceğiz, O’ndan başka hiçbir şeye ilahlık yakıştırmayacağız, Allah’ın yanı sıra başka birilerini rabler olarak kabul etmeyeceğiz!” (Âl-İmran 3:64).
Bu cümlelerde ısrarla tekrar edilen anlam, hiç kimsenin ayrıcalık ve istisna sahibi olmaması, tek otoritenin adalet olması, hiç kimsenin kanunun üzerinde sayılmamasıdır. Bu söylem Kur’an’ın bir başka suresinde farklı bir ifadeyle şöyle tekrarlanmaktadır:
“Doğrusu Biz elçilerimizi hakikatin apaçık belgeleriyle gönderdik; onlarla birlikte Kitab’ı ve insanlığı adaletle ayakta tutsun diyemizanı indirdik…” (Hadid 57:25). İşte mesajların ve elçilerin kendisi yüzünden gönderildiği asıl sebep budur: Eşitliği ve adaleti sağlamak. Peki adalet siyasetten ayrılıp uzaklaşırsa bu siyasetin ahlaki veya dinî olduğu iddia edilebilir mi?
Üyelerinin birbirini ‘rab’ edindiği çoktanrılı şirk toplumunda yaşayan Müslümana düşen görev; ‘rab’leşme yarışına katılıp (sahte) ilahlardan birine dönüşmemesi yanında bunlara kulluk eden herhangi bir köleye de dönüşmemektir. Müslümana düşen; bir taraftan ortak/eşit söz üzere sabit kalırken öbür taraftan iyilikte yardımlaşıp günahta işbirliği yapmayı reddetmektir.
Bugünün dünyasında yürürlükte olan din, ahlakı siyasetten ayrıştıran, adaleti siyasetten uzaklaştıran, eşitliği siyasetten ayıran bir dindir. Günümüzde dünya hak/gerçek yerine kuvvete/güce kulluk etmektedir! Dini siyasetten ayıranların şeriat/hukuk algısı işte budur.
Günümüzde dünyanın dini ne hürriyet ne de demokrasidir, bambaşka bir şeydir… Bugünün dünyası, destek vermeyerek insanlık ilkelerine ihanet etmektedir. Bir çözüm geliştiremeyen, bir çıkış yolu bulamayan ezilmiş kadınları ve çocukları bir başına yapayalnız bırakanlar ne bir dost ne de bir yardımcı bulacaktır![1]
Ayrıştırma din ve siyaset arasında değil, kas ve siyaset arasında, ihanet ve siyaset arasında, zulüm ve siyaset arasında yapılmalıdır. İşte o zaman siyaset insanlara hizmet eden bir yapıya kavuşacaktır.
Çeviri: Fethi Güngör
[1] Cevdet Said bu cümlesiyle şu ayet-i kerimeyi hatırlatmaktadır: “Size ne oluyor da Allah yolunda “Ey Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan şu beldeden kurtar ve rahmetinle bize sahip çıkacak bir koruyucu ve destek olacak bir yardımcı gönder!” diye yalvaran güçsüz erkekler, kadınlar ve çocuklar için savaşmıyorsunuz?” (Nisa 4:75).