Dilin iktidarı, iktidarın dilidir

Abone Ol

Bir toplumun ya da insanın zayıflıklarını tespit etmek isterseniz, korkularının izini sürün.

Bu hakikat, Batı’nın çok temel korkuları için de geçerlidir.

Daha çok manevi olandan kopup kademeli olarak gerçekleşen bir maddeleşmenin karakterize ettiği durumun ürettiği bir korkudur bu.

Batılı modernleşmenin altında yatan felsefe ise tamamen din dışı bir zemine kaymıştır.

Bu vesileyle bugün yaşanan küresel kriz, modern çağın temsil ettiği ve tamamen Batı’nın ürünü olan topyekûn bir krizdir.

Batı da aslında kendi ürettiği krizin tehdidi altındadır ve bir bumerang gibi dönüp kendisini vurmasından korktuğu için de sürekli eli tetikte bir paranoya yaşamaktadır.

Tıpkı İngiltere’nin kendi elleriyle ürettiği İsrail gibi.  

Ve tıpkı Orta Çağ’da silahlanan derebeylerin, kendi düşmanlarını durup dururken davet ettikleri gibi.

Tamamen gelenek karşıtı olan Batı tipi modernite, ilk önce dil üzerinden saldırısını yaparak düşünme biçimlerini esir etti.

Zira gerçek iktidar, dilin iktidarıdır ve bu, iktidarların dilini belirleyen temel bir güçtür.

Dil sahibi olmak, irade sahibi olmaktır.

Bugün Doğu’nun yaşadığı krizin temelinde de sorgulanmadan, süzülmeden alınan bu moderniteye ait dil ve onun kavramları vardır.

Rasim Özdenören’e göre de siyaseti belirleyen şey, dil ve iktidar ilişkisidir. 

Ve dil en büyük hegemonya aracıdır her dönemde.

Bugün İsrail’de masum insanlara ve çocuklara uygulanan soykırımın sebebi; siyonist Yahudi zihniyeti besleyen ve Babil sürgünü sonrası 70 yılda mukaddes kitaplarını unutup yepyeni bir dille yeniden bir kitap yazılması değil mi?

Ya da “akıl üstü” ve “insan dışı” bir hakikatin, bilgeliğin yerini alan o basit rasyonellik değil mi karşımızda zulüm olup yağan?

Batı’nın korkularını satın aldığımız bir başka noktada ise onların “kötü ütopyaları” var.

Platon’un ütopik devleti, Thomas Morus’un “Ütopya Adası”, Tommaso Campanella’nın “Güneş Ülkesi”, Francis Bacon’ın “Yeni Atlantis”i, George Orwell’in “1984”ü, Aldous Huxley’in “Cesur Yeni Dünya”sı bunların başında geliyor elbette.

Samuel P. Huntington’u da “Medeniyetler Çatışması” teziyle (yine Doğu’nun ve İslamın hiçbir geleneğine uymadığı hâlde) çokça tartıştık.

Onun karşına konan ve Türkiye’nin tezi olan “Medeniyetler İttifakı” tezine onun kadar değer veremedik. 

Yine Francis Fukuyama, “Tarihin Sonu ve Son İnsan” kitabında Soğuk Savaş sonrası dünya için kötü bir ütopik portre çizmişti.

Fakat unutmayın!

Batı medeniyetinin sonu, Doğu medeniyetlerinin yeniden doğuşudur.

Batı’nın ışığı guruptaki kızıllığa bürünmüşken Doğu’nun umut vadeden şafağı da sökmek üzeredir.

Ve bu, müdrik zihinler ve keskin bakışlar için kötü bir ütopya değildir artık.

Ve yine o medeniyet Gazze’nin, Mescid-i Aksa’nın esaretini bitirecek yeni bir Hz. Ömer, Selahaddin-i Eyyubi ya da Yavuz Sultan Selim daha çıkarmaya muktedirdir; Allah’ın izniyle.

Zihinlerdeki Filistin’in, Batılı kavramlar ve algılarla işgal edilemediğinin en temel göstergesi sokaklara dökülen milyonlardır.

Zihinlerdeki, inançlardaki Filistin işgal edilmediği sürece bu umut her daim taptaze demektir.  

Dili korumak, iktidarı korumaktır.

Biz kelimelerle düşünürüz; dünyamız da onlar kadardır ve onlarla şekillenir.

İlk saldırıya uğrayan “dil cephesi”ni müstahkem tutmak, zafer için temel şarttır.

Bu cepheyi korumanın yolu top, tüfek ya da füze değil; akıl, fikir, kültür, inanç ve ideallerdir…