Türkiye’de belli bir kesimin “din” denilince zehirli kirpiler gibi oklarını çıkarıp çirkin bir görünüme büründüğünü, “İslam” denilince de o zehirli oklarını aynı anda bunu diyen kişilere fırlattığını hepimiz biliyoruz. Yıllardır biz Müslümanların sırtı, o zehirli kirpilerin fırlattığı en az kendileri kadar zehirli ve pis oklarının yara izleriyle dolu. Biz alıştık onlarca yıldır onların salya sümük saldırmalarına da onlar hâlâ kavrayamadı “İt ürür, kervan yürür.” atasözünün anlamını…
Hayatı boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamak için bir ‘Haçlı Birliği’ oluşturmaya çalışan, tam bir İslam düşmanı olan İngiliz Gladstone, “Türkler’in elinden Kur’ân-ı Kerim’i almadıkça onları yenemeyiz.” demişti. Onlar, bunu kendileri başaramadı ama yerli işbirlikçileri bu yolda çok büyük mesafeler kat ettiler. Bu necip millet, cumhuriyetin ilk yılarından itibaren bilinçli olarak kendi özünden, kökünden uzaklaştırılmaya çalışıldı. Bunun için ne gerekiyorsa yapıldı. Yıllarca dine ve dindarlara karşı linç kampanyaları yürütüldü. Ne kadar olumsuzluk varsa müsebbibi olarak din ve dindarlar gösterildi. Dinî kurumlar tek tek kaldırıldı; millete dini hatırlatan her şey, toplum hayatının dışına itilmeye çalışıldı. Bundan dilin nasibini almamasını beklemek, zaten safdillik olurdu. Nitekim bu konuda harekete geçmek için de çok beklemediler.
Yüzyıllarca dünyaya damgasını vuran millet, yüzyıllarca kullandığı Arap alfabesi kaldırılıp yerine Latin alfabesi getirilerek bir gecede cahil bırakıldı. Alfabesi elinden alınan millet, konuşmayı henüz öğrenememiş çocuk gibi her şeye sil baştan başlamak zorunda kaldı. Bir anda geçmişiyle bağları koptu. Bir gün önce âlim olanlar, bir gün sonra cahil oldular. Dünyanın en muazzam kültürüne, yazma eserlerine sahip olan milletin elindeki tüm değerler bir anda ellerinden alındı. Bundan sonra müthiş bir kıyım başladı. Eski alfabeyle yazılmış ne kadar kitap, arşiv belgesi, eser varsa talan edildi; Bulgaristan gibi ülkelere kullanılmış kâğıt olarak vagonlarla gönderildi. Daha neler neler!..
Ancak aradan yüzyıla yakın bir zaman geçtikten sonra Osmanlı Türkçesi dersinin belli okullarda zorunlu ders kapsamına alınmasını önerilebildi. Bu da beklenildiği gibi belli bir kesimin salya sümük her zamanki gibi saldırıya geçmesi için yeterli oldu. Din konusunda zaten sabıkalı olan bu kesim; millete aslını, özünü hatırlatan, kendine dönmesi tehlikesine(!) yol açan her şeye karşı…
Hadi dine karşısınız. Size Ahireti düşündürüyor, ağzınızın tadını bozuyor, dünyadan yeterince zevk almanıza engel oluyor, hayvanlar gibi sadece arzularınızın peşinden gitmenizin yanlış olduğunu hatırlatıyor. Dile niye karşısınız? Dil, bunların hiçbirini hatırlatmaz ki… Lisan-ı münasiple bir izahat getirseniz…
Dil, kültürdür… Dil, milletin hafızasıdır. Dil, millettir. Ama siz bu milletin içindeki illet olduğunuz için millî olan, millete ait olan her şeye karşısınız.
O zaman bize de düşen; bilgili, bilinçli, vefalı, ülkeye sevdalı nesiller yetiştirmek için elimizi taşın altına koymak!..